son dakika

MİLLİ GAZETE

12 Eylül 2011 Pazartesi

SSM'de dönen dolaplar

AKP M.S.B.'NA ve S.S.M.'NA NEDEN DOKUNAMIYOR?


SAVUNMA SANAYİİNDE DÖNEN KİRLİ OYUNLAR:


Savunma sanayi müsteşarlığında milyarlarca dolarlık projeler gerçekleştirilmektedir ve askeri gizlilik iddiasıyla bu projelerin birçoğu denetlenememektedir. Bunu fırsat bilen sektördeki bazı firmalar ve SSM’deki bazı çıkarcılar, kendi menfaatlerini ve yapılanmalarının ideallerini milli menfaatlerin üzerinde tutmaktadırlar. Bu kişiler, savunma sektörünü kendi kontrolünde tutmak ve yandaş firmaları desteklemek için savunma ihalelerini kılıfına uydurarak istedikleri firmalara dağıtmaktadırlar.
 
 
 
22 Kasım 2010’da Defence News’te çıkan haberde MSB bakanı Vecdi Gönül “savunma ihalelerinde aracı olan kişi veya firmaların rüşvet dağıtarak ihalelerin fiyatını arttırdıklarını” bizzat ifade ederek bu konuyu tescillemiştir.

SSM Müsteşarı Murad BAYAR projelerdeki birçok yolsuzluk ve usulsüzlükten haberdar olmasına rağmen bu konuda hiç bir şey yapmamaktadır.

Kendi menfaati ne olabilir bilinmez; ancak koruyup kolladığı kişi ve şirketlere bakıldığında bunların Ergenekon iddianamelerine girmiş veya şaibeli ve birtakım denetleme ve soruşturmalara maruz kalmış şirketler olduğu görülmektedir.

Bunlardan ilk akla gelenler Mehmet Dora – SDT, Turgay Maleri – Gate Elektronik ve Meteksan Savunma’dır.

Bunun yanında, askeri casusluk davasında sanık olarak ifadesi alınan ve SSM’de “Uluslararası ilişkiler daire başkanı” olarak çalışmakta olan Lütfü Varoğlu da yine Murad Bayar’ın koruduğu kişilerden birisidir.

Lütfü Varoğlu SSM içerisinde sayıları 40’ı aşkın masona büyük biraderlik yapmaktadır. Lütfü Varoğlu’nun kardeşi olan ve aynı zamanda Havelsan Genel Müdürü Faruk YARMAN’ın da hukuk müşaviri olarak çalışan Bedri Varoğlu da Kavaklıdere Mason localarına üyedir ve üst dereceden masondur.
 
 
Bu noktada, Lütfi Varoğlu’nun SSM’de nasıl yükseldiğine de bakmak gerekmektedir. Kendisi SSM’de açılan uzman yardımcılığı sınavını kazanamamasına rağmen -bir takım karanlık bağlantıları sayesinde- sözleşmeli personel olarak SSM’ye alınmış ve bir süre sonra kadroya geçirilmiştir.
 
 
 
Yine bu bağlantıları ve Murad BAYAR’ın destekleri ile Lütfi Varoğlu SSM de sessiz ve derinden kendi yandaşlarının üst yönetimde kadrolaşması için elinden geleni yapmaktadır.
 
Halihazırda daire başkanı olmaları için yeterli birikim ve kabiliyetleri olmayan ARGE daire başkanı olan Zübeyde KIN (Bu kişinin yönetimi altındaki işlerin çoğu sorunlu bir şekilde devam etmektedir), TAI’den atılmak üzereyken SSM’ye sözleşmeli personel olarak başlayıp kısa sürede daire başkanı olan İ. Sedat GÜLDOĞAN (Bu kişi hava araçları daire başkanı iken ATAK helikopterinin tedarikçisi Türkiye temsilcisi Agusta firmasının Türkiye temsilciliğini, karşıladığı menfaat karşılığı kayınpederine verdirmiştir. Bir diğer husus ise Barış Kartalı projesinde uzmanların kabul testlerine başlanmasının uygun olmadığını belirtmelerine rağmen Müsteşar Murad BAYAR ve Daire başkanı Sedat GÜLDOĞAN’ın baskıları neticesinde testler başlamıştır ve testler sorunlu bir şekilde sürmektedir) ve Tedarik Yönetimi Daire başkanı ve yakın dostu olan, 8 ayda bitmesi gereken Kurumsal belge yönetimi (EDASYS) projesini 3 yılda bitiremeyen Vildan ÖZEN onun sayesinde daire başkanı olmuşlardır. Bunun yanında Tamer AYAR gibi birçok proje müdürü ve Bülent Ecevit BEYOĞLU gibi şube müdürü de bu kadrolaşma sayesinde SSM de önemli görevlere getirilmişlerdir.

Yine bu yapının önemli birisi olan MEBS daire başkanı Mete Arslan’dır. Kendisi MEBS dairesinde yürütülmekte olan Göktürk Uydu ihalesini yüklenicisin İtalyan Telespozio’nun Türkiye temsilcisi olarak Maleri Müh. A.Ş.’nin seçilmesi için Gate Elektronikin sahibi olan Turgay Maleri’den rüşvet almıştır. Turgay Maleri, bu şirketi eşinin üzerine kurmuştur.

Lütfü Varoğlunun yeğeni ve eski ÖSYM başkanı Ünal YARIMAĞAN’ın özel kalem müdürünün oğlu olan SSM uzmanı Umur ÇAĞLAYAN’ı ise SSM içerisinde önemli konuma getirmek için uğraşmıştır ancak birçok konuda başarısız olan ve yeterli birikimi bulunmayan Umur ÇAĞLAYAN ile hiç kimse çalışmak istememiştir.

Lütfü Varoğlu SSM içerisinde önemli konuma getiremediği Umur ÇAĞLAYAN’ı Havelsan Genel Müdürü Faruk YARMAN ve mason biraderi Bedri Varoğlunun desteğiyle mevzuatın ve SSM etik kurulu kararlarına aykırı olmasına rağmen HAVELSANA iş geliştirme Müdürü olarak yerleştirmiştir.

Lütfi varoğlu aynı zamanda Ankara caz derneği başkanıdır. Kendisi cazı sever, caz derneğine yapılan yardımları ise daha çok sever.

Savunma sektöründe caz seven birçok firma bulunduğunu da bu sayede öğreniyoruz. BOEING ve Lockheed Martin gibi dev Amerikan şirketleri de cazı sevdiklerinden(!) Lütfü varoğlunun bu derneğine yüklü yardımlar yapmışlardır.

 
 
Acaba cazın gelişmesi bu firmalarında gelişmesine katkıda bulunabilir mi?

Lockheed Martin tarafından gerçekleştirilen JSF projesinde kaynak kodlar ve elektronik harp konusunda bilgi verilmemesine rağmen bu projeyle ilgili müzakereleri gerçekleştiren ve bu projeye bu şekilde başlatılmasını sağlayan ekibin başında Lütfi Varoğlu’nun olması da oldukça manidardır. Sonuç olarak Türkiye için büyük bir sorun olan JSF projesi tam bir cazcı kardeşler organizasyonudur.

Lütfi Varoğlu’nun eşi Özlem Varoğlu Amerikan vatandaşıdır ve LEO isimli bir organizasyon ve reklam firması vardır. Savunma sektöründen birçok firma, projelerde sağlanan kolaylıkların karşılığı olarak bu firmayı desteklemektedirler.

 Özlem Varoğlu, Ankara’yı AKP’den kurtarmak için kurulan ANKKON isimli Ankara Gönüllüleri derneğinin de kurucusudur.

MSB bakanı Vecdi GÖNÜL Murad BAYAR’a askeri casusulukla yargılanan ve devletin gizli bilgilerini çeteye vermekle suçlanan Lütfi Varoğlu’nu görevden almasını istemiştir ancak Murad BAYAR buna direnmiştir, bununla da kalmayıp Lütfi Varoğlu’nu Müsteşar yardımcısı yapmak istemektedir.

Bunu başaramaz ise mason olan daire başkanı İ.Sedat GÜLDOĞAN’ı veya mason olan daire başkanı Berrin ERKİLET’i Müsteşar Yardımcısı yapmaya çalışacaktır. Bunun karşılığında ise SSMden ayrıldığında önemli bir ülkenin büyükelçiliği ile ödüllendirileceği yönünde de söylentiler dolaşmaktadır.





Murad BAYAR, Balyoz ve Ergenekon davasında yargılanan sanık ve tutuklularla çektirdiği bütün resimleri imha ettiğini özel skalem sekreteri her yerde anlatmaktadır. Bunun yanında Lütfi Varoğlu mahkeme kararıyla göz altına alındıktan sonra işyerinde  

kullandığı bilgisayarın hard diskini imha ederek bilgisayarına hiç kullanılmamış bir hard disk taktırmıştır.




Bununla da kalmayıp Lütfü Varoğlu’nun tutuklanmasından sonra arşiv temizliği adı altında bir çok belgeyi imha ettirmiştir. Bu arşiv temizleme işinin öncülüğünü nedense Lütfü Varoğlu yapmıştır. Belgeler imha edilirken bazı belgelerin geçerlilik süresine bir komisyon karar vermesi gerekirken bir komisyon oluşturulmayıp nelerin imha edildiğinin kaydı tutulmamıştır. Bu sebepten daha sonra açılabilecek soruşturmalarda gerekli belgelere ulaşılamayacaktır. SSM’de aniden ortaya çıkan temizlik aşkı nereden gelmektedir acaba?




Engin Alan’ın TSGV Başkanı olduğundan haberdar edilmeyen Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan;




Savunma Sanayiinde sizin bilmediğiniz daha ne tezgahlar dönüyor. Siz bir Engin Alan’a ve onun ihentleine şahit oldunuz. Ama SSM içerisinde yüzlerce Engin Alan var, alttan altan bu memleketin ve sizin kuyunuzu kazıyorlar!




Seçim öncesinde milletvekili olmak istediğini size farklı kanallardan ısrarla ileten ancak başarılı olamayan müsteşarımız Murat Bayar’ın dokunulmazlık zırhına bürünmek için neden bu kadar istekli olduğunu anlamış olmanız gerekir…










Mete Arslan, MEBS daire başkanı olmadan önce OFFSET daire başkanlığı yaptığı dönemde bir çok gizli bilgiyi aldığı rüşvet karşılığı desteklediği firmalarla paylaşarak birçok ihaleye fesat karıştırmıştır. Bu SSM içerisinde dillendirilmeye başlanınca Mete Arslan’ı, Müsteşar Murad BAYAR Offset daire başkanlığından alıp daha etkili bir daire olan MEBS daire başkanlığına atayarak konuyu kapatmaya çalışmıştır.




Gizli bilgilerin firmalara verilerek ihaleye fesat karıştırmak birçok kanun tarafından yasaklanmasına ve ağır yaptırımları olmasına rağmen konu kapatılmıştır. 







Bu sayede Mete Arslan, GATE elektronik’in sahibi Turgay Maleri ile ODTÜ spor salonunda zaman zaman buluşup bir çok projeyi aldığı rüşvet karşılığı ona paslamıştır. Yine GÖKTÜRK projesinde İtalyan firma Telepazio’nun Türkiye temsilciliğini rüşvet karşılığı Turgay Malerinin eşinin üzerine kurulu Maleri Mühendislik firmasına verdirmiştir.




GATE elektronik bu desteklerle aldığı projelerin bir çoğunda yurtdışından (İsrail,Ukrayna) satın aldığı teknolojileri AR-GE çalışması diye SSM’ye kabul ettirmiş ve sözde yerli katkı oranı artışı sağlamıştır.




Bunun yanında aldığı rüşvet karşılığı bir çok projeyi direk tek kaynak olarak HAVELSAN’a vermiştir. HAVELSAN genel müdürü FARUK YARMAN ile yediği içtiği ayrı gitmemektedir. Bir çok kez gece alemlerinde beraber görülmektedirler. ASELSAN’la yürütülen bir projede SELEX firmasının alt yüklenici olmasını kabul ettirmiş, SELEX’in ASELSAN’dan istediği ücreti 1 milyon dolar düşürmesini baskı yaparak sağlamış ve bunun karşılığından ASELSAN’dan aslan payını almıştır.




Bir diğer vukuatı ise KOÇ grubunun tersanesi RMK Marine firmasından tedarik edilen Sahil Güvenlik Arama Kurtarma Gemisi projesinde yaptığı usulsüzlüklerdir. Bu projede firmanın verdiği teknik özelliklerden elektronik aksamın bu gemi için uygun olmamasına rağmen MEBS dairesinde Mete Arslan tarafından aldığı rüşvetler karşılığında kabul edilerek firmanın ihaleyi alması sağlanmıştır.




Daha sonra ise bu eksiklikler sözleşme değişikleri ile kapatılmaya çalışılmış, hatta ilk sözleşmede olması gereken çok önemli bir özellik (RDF cihazının RF bandını kapsaması) için firma daha sonra ekstra 500.000 Euro isteyebilmiştir. Bu projede birçok eksiklik devam etmektedir, bunlardan göze çarpan en önemlileri ise dizel Jeneratörlerin 1200 kW olması gerekirken 900 kW’lık seçilmesi, IFF cihazı olmayan bir radar kullanılması gibi.




RMK Marine teknik yetersizliklerine rağmen bu projeyi Mete Arslan ve KOÇ’un destekçisi Lütfi VAROĞLU sayesinde alabilmiştir. Mete Arslan firmalarla ilişkilerini yürütebilmek için yanında 6 adet farklı cep telefonu taşımakta ve firmalarla olan kirli görüşmelerini bu telefonlarla yapmaktadır.




Bu sayede Mete Arslan, GATE elektronik’in sahibi Turgay Maleri ile ODTÜ spor salonunda zaman zaman buluşup bir çok projeyi aldığı rüşvet karşılığı ona paslamıştır. Yine GÖKTÜRK projesinde İtalyan firma Telepazio’nun Türkiye temsilciliğini rüşvet karşılığı Turgay Malerinin eşinin üzerine kurulu Maleri Mühendislik firmasına verdirmiştir.




GATE elektronik bu desteklerle aldığı projelerin bir çoğunda yurtdışından (İsrail,Ukrayna) satın aldığı teknolojileri AR-GE çalışması diye SSM’ye kabul ettirmiş ve sözde yerli katkı oranı artışı sağlamıştır.




Bunun yanında aldığı rüşvet karşılığı bir çok projeyi direk tek kaynak olarak HAVELSAN’a vermiştir. HAVELSAN genel müdürü FARUK YARMAN ile yediği içtiği ayrı gitmemektedir. Bir çok kez gece alemlerinde beraber görülmektedirler. ASELSAN’la yürütülen bir projede SELEX firmasının alt yüklenici olmasını kabul ettirmiş, SELEX’in ASELSAN’dan istediği ücreti 1 milyon dolar düşürmesini baskı yaparak sağlamış ve bunun karşılığından ASELSAN’dan aslan payını almıştır.




Bir diğer vukuatı ise KOÇ grubunun tersanesi RMK Marine firmasından tedarik edilen Sahil Güvenlik Arama Kurtarma Gemisi projesinde yaptığı usulsüzlüklerdir. Bu projede firmanın verdiği teknik özelliklerden elektronik aksamın bu gemi için uygun olmamasına rağmen MEBS dairesinde Mete Arslan tarafından aldığı rüşvetler karşılığında kabul edilerek firmanın ihaleyi alması sağlanmıştır.




Daha sonra ise bu eksiklikler sözleşme değişikleri ile kapatılmaya çalışılmış, hatta ilk sözleşmede olması gereken çok önemli bir özellik (RDF cihazının RF bandını kapsaması) için firma daha sonra ekstra 500.000 Euro isteyebilmiştir. Bu projede birçok eksiklik devam etmektedir, bunlardan göze çarpan en önemlileri ise dizel Jeneratörlerin 1200 kW olması gerekirken 900 kW’lık seçilmesi, IFF cihazı olmayan bir radar kullanılması gibi.




RMK Marine teknik yetersizliklerine rağmen bu projeyi Mete Arslan ve KOÇ’un destekçisi Lütfi VAROĞLU sayesinde alabilmiştir. Mete Arslan firmalarla ilişkilerini yürütebilmek için yanında 6 adet farklı cep telefonu taşımakta ve firmalarla olan kirli görüşmelerini bu telefonlarla yapmaktadır.







Mete Arslan ve Lütfi Varoğlu’nun firmalardan haksız kazandıkları paraların bir kısmını Rus kadınlarla harcadıkları, Antalya’da yapılan Sinerji-Türk savunma semineri döneminde rus kadınlar için ev tuttukları ve Antalya’ya yolları her uğradığında orada kaldıkları bilinmektedir. Bu arada Rus bayanlar aracılığı ile dışarıya ne tür belgelerin sızdırıldığı ayrı bir inceleme konusudur. Antalya’da yapılan Sinerji-Türk fuarında kendilerine ayarlanan otelde kalmamışlar geceyi bu kadınlarla geçirmişlerdir.


Hatta Mete Arslan’ın Rus kadınlarla beraber olduğu kayıtlar SSM müsteşarı Murad BAYAR’a da gönderilmiş olmasına rağmen bu konuda hiçbir şey yapmamış Mete Arslan ve Lütfi Varoğlu’nu koruyup kollamaya devam etmiştir.




Mete Arslan’ın rüşvet alarak desteklediği bir diğer firma ise SDT firmasıdır.




İnsansız Hava Araçlarına (İHA) takılacak SAR Radarlarının geliştirilmesi için ASELSAN tek başına 28 milyon TL teklif vermiştir. SDT ise Ukrayna’da bir enstitü ile anlaşarak 22 milyon TL’lik bir teklif vermiştir. ASELSAN’ın bu işi tek başına yapabilecek kabiliyeti olmasına rağmen, iki teklif Lütfü Varoğlu, Mete Arslan, Demir Çiğdemoğlu ve Tamer Ayar tarafından birleştirilmiş ve 45 milyon TL’ye anlaşma imzalanmıştır. Devlet daha imzada en az 17 milyon TL zarara uğratılmıştır. SDT Ukrayna’da mafyadan aldığı faturaları enstitü faturaları gibi göstermektedir. Enstitüye 300 bin $’a yaptırdığı işi 4,5 milyon $ olarak faturalandırmıştır.




SDT, GAUSTAS gibi başka projeler kapsamında da aynı yolsuzlukları yapmaktadır. Bu firma, GÖKTÜRK projesi gibi çok önemli bir projede, yer kontrol birimini yapmaktadır. Benzer yolsuzluklar burada da yapılmaktadır. İsrail’e yaptırdığı işleri kendisi yapmış gibi göstermektedir. Bu firmanın GÖKTÜRK’in gizli sırlarını İsrail’e verdiği söylenmektedir. SDT firmasının MSB’ye yaptığı diğer işler de incelenmelidir. Son olarak, bu iddialar ispatlandığı için SAR projesinin SDT’den alınmasına karar verilmiştir. Bu projede bu düzeni kuran SDT’ten Mehmet Dora, Fatih Ünal (eski SSM çalışanı); SSM’den ise Lütfü Varoğlu, Mete Arslan, Demir Çiğdemoğlu ve Tamer Ayar hakkında soruşturma başlatılmalı ve ayrıca mal varlıkları araştırılmalıdır.




Bu yazının devamında Mete ARSLAN’ın kirli işlerinde ortak olan Tamer AYAR hakkında detayları edeceğiz…


Savunma Sanayii Müsteşarlığında rüşvet rüzgarı -3


AKP iktidara geldikten sonra bilim ve teknolojinin gelişerek ülkemizin güçlü devletlerin sahip olduğu teknolojik seviyeye ulaşmasına önemli katkı sağlayacak AR-GE fonlarını arttırmıştır. Bu fonların bir bölümü TÜBİTAK üzerinden bir bölümü ise SSM üzerinden savunma projelerindeki AR-GE çalışmaları için harcanmaya başlanmıştır. (Bu durumu fırsat bilen bazı firmalar usulsüzlük yaparak aynı proje için hem SSM’den hem de TÜBİTAK’tan fon desteği alabilmişlerdir.) SSM ilk etapta iki yılık 30 milyon dolarlık bir fon ayırırken daha sonra bu fon daha da artırılmıştır. Bu fonun arttırılması savunma sanayinde birçok yeni firmanın kurulmasını ve büyümesini sağlamıştır.




SSM’de bu fonlarla finanse edilen birçok projenin yönetimi AR-GE Daire Başkanlığında proje müdürü olarak görev yapan Tamer AYAR’a verilmiş ancak daha sonra yaptığı yolsuzluklar kurum içerisinde dillendirilmeye başlamıştır. Bu konu uzun süre bilindiği halde Müsteşar Murad BAYAR, Tamer AYAR’ı uzun süre korumuştur, hatta SSM iştiraki olan Teknopark İstanbul denetim kurulu üyesi yapmıştır.




Ancak SSM üst yönetiminin itirazları artınca proje müdürlüğünden alarak Tedarik Yönetimi daire başkanlığına uzman olarak atamıştır. Proje müdürü olduğu dönemde birçok firmayla içli dışlı olmuştur bunlardan ön plana çıkanlar ise GATE elektronik, Meteksan Savunma, Anel Arge ve ASELSAN’dır.




SSM’nin önemli projelerinden olan ATAK helikopteri görev bilgisayarı AR-GE 2004 projesi yöneticisi olarak çalışırken projenin yüklenicisi ASELSAN ile iyi bir diyalog içerisine girmiştir. Projede ASELSAN’ın yapması gereken çok kritik kartı işin kolayına kaçarak yurtdışından tedarik etmesine ses çıkarmamış ve yerli olmasıyla övündüğümüz bu projeye yabancı eller karıştırmıştır.








Üstelik bunu SSM üst yönetiminden saklamış ve bu kartın yerli çözüm olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu proje sayesinde Genelkurmaydan ödül de almıştır. Bu proje 2008 yılında bittiğinde Tamer AYAR’ın ASELSAN’a sağladığı destek karşılığı rüşvet aldığı SSM içerisinde konuşulmaktadır. Bununda bir kanıtı ise, 2008 yılı içerisinde 0 km Honda Civic ve Peugeot 306 marka araba satın alabilmiştir.





Bu proje ile rüşvetle tanışan Ayar, yaptığı tüm projelerde menfaat sağlamanın yolunu aramıştır. Firmaların ARGE olarak sundukları, aslında yurtdışından hazır alım olan projelerini daire başkanı Mete ARSLAN’ın da katkısıyla destekleyerek savunma sanayimizin gelişmesine olumsuz katkı yapmıştır.




Bunları yaparken dinlenilmeyi önlemek için yanında frekans karıştırıcı (jammer) taşıdığı proje asistanı tarafından birçok zeminde dile getirilmiştir.




GATE Elektronik’e de birçok projeyi Mete ARSLAN’ın desteği ile direk olarak vermiştir. GATE’in eski iş geliştirmeden sorumlu müdürü Fevzi Ulusoy sık sık SSM ye gelmektedir ve hemen hemen hergün birlikte dışarıya yemeğe gitmektedirler.




Fevzi Ulusoy, Tamer AYAR’a istediği her türlü şeyi almaktadır. Bunun yanında GATE Elektronik 2009 yazında, Tamer AYAR’a ultra lüks MARTI otelde 4 kişi için 14 gün tatil ayarlamıştır. GATE’e birçok projeyi sağladığı menfaat karşılığı direk vermiştir, bunlardan en dikkat çeken ise insansız deniz aracı da denilebilecek ROV (Remotely Operated Vehicle) projesidir ve bu projede tüm alt parçaların yabancı olduğu hatta bütünü ile hazır olarak yurtdışından alındığı Tamer AYAR tarafından bir yemek sırasında itiraf edilmesine rağmen SSM’ye yerli üretim diye yutturulmuştur.





AR-GE dairesinin Deniz Araçları Dairesi nezdindeki girişimleri ile Moship-Kuryed ve Sismik Araştırma Gemisi projelerini yapacak firmalara GATE ile sözleşme imzalayarak bu ROV cihazını kullanmaları dikte edilmiştir. Sektörde de GATE’in ROV’u yurtdışından hazır aldığı konuşulmaktadır.




Moship-Kuryed projesinin ana yüklenicisi İstanbul Denizcilik firması bu ROV’u proje kapsamında kullanmak zorunda olduğundan dünyadaki benzer diğer cihazları incelemiş ve GATE’in ROV cihazının küçük ve yetersiz olduğundan istenilen özellikleri kesinlikle karşılayamayacağını söylemektedir. Burada dikkat çeken bir başka durum ise ROV kullanılması istenilen ve MTA için tedarik edilecek sismik araştırma gemisi ile ilgilidir. GATE’in eşinin babasının MTA’da daire başkanı olması ve GATE’in ROV’unun bu gemi için kullanılmasının zorunlu kılınması ise olayın çok karmaşık ilişkiler içerdiğini ortaya koymaktadır.




Yönettiği projelerden bir diğeri ise Teknopark İstanbul Projesidir.




Bu projede STM üzerinden Teknologis firmasından danışmanlık hizmeti alınmasını sağlamıştır. Yani danışmanlık üzerinden danışmanlık alınmaktadır. Bu durum açıkça bir usulsüzlük olmasına rağmen buna hiçbir yönetici itiraz etmemiş ve ödeme belgelerini imzalamaya devam etmişlerdir.


Ayar’ın arasının çok iyi olduğu firmalardan birisi de Bilkent Grubu firması olan Meteksan Savunma’dır.




Meteksan Savunma’da o dönemde genel müdür olan Turgut Şenol’la da çok iyi bir ilişki içerisinde olmuştur. Zaten Turgut Şenol Meteksandan kovulduktan sonar Ayar ona sahip çıkmş ve Teknopark İstanbul’a genel müdür olarak atanmasını sağlamıştır. O dönemde Meteksanda iş geliştirme müdürü Alparslan Kuloğlu, Tamer AYAR ve ARGE daire başkanlığından bir kaç kişiyi yurtdışı gezilerine götürmüştür.




Fevzi Ulusoy’un yemeğe götüremediği günlerde Kuloğlu bu görevi üstlenmektedir. AYAR sağladığı menfaatler karşılığı Meteksan Savunmaya MİLDAR, SONAR’ın sanayileştirilmesi projeleri gibi bir çok projeyi direk vermiştir.




SONAR’ın sanayileştirilmesi projesinde beş firmaya ihale dosyası verildiği ve ASELSAN’ın 1 milyon dolar gibi düşük bir teklif vermesine rağmen bu proje AYAR sayesinde 7 milyon dolar teklif eden Meteksan Savunma’ya verildiği SSM içerisinde bir çok zeminde dile getirilmektedir. Hatta Genel Kurmay başkanlığının bu proje 6 milyon dolarlık bir zarar olmasına rağmen neden ASELSAN’a verilmediği konusunda Tamer AYAR ve ekibine hesap sordukları ancak Müsteşar Murad BAYAR’ın burada da AYAR ve ekibini koruyup kolladığı söylenmektedir.




Aselsan ile çalışılan Avcı Projesi kapsamında ASELSAN’da Avcı projesi müdürü Seçkin Tunalılar’ı görevden aldırdığı ve Tunalılar’ın halen kızakta bekletildiği ASELSAN’da konuşulmaktadır.




Görevden alınmasının sebebi ise Tunalıların’ın Ayar’ın bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine sıcak bakmaması ve proje kapsamında yerli çözüme önem vermesidir. İkisinin de AYAR’ın işine gelmediği ve Metin Sancar ile Arge 2004 den kaynaklanan yakınlığını kullanarak Tunalılar’ı görevden aldırdığı ASELSAN’da çalışanlar tarafından rahatsızlığa yol açmıştır.




Bunları yaparken AR-GE daire başkanlığında çalışan uzmanlardan Deniz Demirci ve Proje müdürü İlknur İNAM’ı da kendi kirli işlerine bulaştırmıştır. İlknur İnam daha önce Hava Araçları daire başkanlığına rotasyonla atanmış olmasına rağmen uzun gayretleri sonucunda bu atamayı durdurabilmiştir. Bu kişiler halihazırda ARGE daire başkanlığında Tamer AYAR’ın bıraktığı işleri aynı mantıkla devam ettirmeye çalışmaktadırlar.



Tamer AYAR’ın mal varlığına ve harcamalarına bakıldığında kamuda çalışan bir uzmanın karşılaması mümkün görünmeyen harcamalar yaptığı görülmektedir. İçinde saunası olan bir evi, Kırklareli’nde ve Ankara’nın çeşitli yerlerinde arsaları, 2008 model 2 arabası, bunun yanında bir çocuğu için TED koleji ödemesi, bir diğer çocuğu için aylık 1000 TL civarında kreş ödemesi, aylık 1000 TL civarında bireysel emeklilik ödemesi vardır.




SSM içerisinde birçok kişinin projelerde yolsuzluk ve usulsüzlük yaptığı yönünde ortaya atılan iddialar olmasına rağmen SSM yönetimi tarafından soruşturma açılmadığı için bu tür olaylar sıradanlaşmış, projelerde rüşvet alanlar değil bu yolsuzlukları dile getirenlerin bir şekilde önleri kapatılmış ve pasif görevlere atanmışlardır.



Yapanı değil de dile getireni cezalandıran bu zihniyet böyle devam ettikçe savunma sanayi çıkar odaklarının güdümünde kalacak, kirli çarklar dönmeye devam edecek, savunma sanayimiz istenilen ölçüde gelişemeyecek ve Ülkemizin sınırlı kaynakları boş yere heba edilecektir.




Daha sonraki yazılarımızda SSM’de ve projelerde yapılan yolsuzluk ve usulsüzlüklerin içerisindeki kişi ve firmaları dile getirmeye devam edeceğiz.

21 Mayıs 2010 Cuma

Yahudi Gözüyle Necmeddin Erbakan


Milli Görüş Hareketi'nin başlamasıyla birlikte siyonizme karşı mücadele konusunun öne çıkması, her şeyden önce türkiye ve dünyadaki

Milli Görüş Hareketi'nin başlamasıyla birlikte siyonizme karşı mücadele konusunun öne çıkması, her şeyden önce türkiye ve dünyadaki yahudiler arasında büyük bir kaygı ve endişe meydana getirmişti.

1969 yılından itibaren Milli Görüş lideri Necmeddin Erbakan'ı dört koldan takip eden siyonistler, Erbakan Hoca'nın attığı her adımı, yaptığı her konuşmayı kaydediyor ve bunu siyonizmin merkez karargahlarına rapor ediyordu.

Türkiye'deki yahudi toplumunun baş yazarlarından olan Rifat N. Bali'nin "The image of the jew in the rhetoric of political islam in Turkey" (Türkiye'deki Siyasal İslam'ın Dilinde Yahudi Görünümü) başlıklı yazısında, Erbakan Hoca'nın nasıl adım adım takip edildiğini ve siyonizmi rahatsız eden konuşma ve çıkışlarının nasıl rapor edildiğini açıkça görebiliyoruz.

Milli Görüş hareketinin yahudiler tarafından nasıl yakın takibe alındığını ortaya koyan bu çalışmayı yayınlıyoruz.


1- Siyasal İslam'ın Doğuşu

II. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Türkiye'deki tek parti döneminin de sonu gelmişti. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla seçimleri kazanmıştı. Demokratik Parti hükümetiyle birlikte 1923'ten 1945'e kadar süren EzanınTürkçe okunuşu uygulaması sona erdirildi ve Ezan yeni baştan Arapça olarak okunmaya başladı. Tek Parti dönemine nisbetle İslam üzerindeki baskılar azaltıldı ve İslam yeniden Türkiye'nin gündemine gelmeye başladı. Bu yükselişin sonuçlarından biri olarak anti-semitik (yahudi karşıtı) Cevat Rıfat Atilhan adlı bir yazar 27 Ağustos 1951 yılında "İslami Demokrasi Partisi" kursa da, partinin ömrü kısa sürdü ve 7 Kasım 1952'de kapatıldı.

Bundan sonra ise 26 Ocak 1970 yılında sahneye Milli Nizam Partisi çıktı. Milli Nizam Partisi'nin Başkanı olan Necmettin Erbakan, 1969 genel seçimlerinde İslami eğilimin güçlü olduğu Konya'dan bağımsız aday olarak seçimlere girmiş ve bağımsız milletvekili olarak meclise girmişti.


Necmettin Erbakan seçimler öncesinde Milliyet gazetesinde kendisiyle yapılan bir röpörtajda şunu söylüyordu: "Dünya'da üç yön var, 1 Kominizm, 2 Siyonizm, 3 Nasyonalizm. Bir de milletlerin mukakdesatına saygılı olan yön. Biz bu dördüncü yönü seçme durumundayız."

Necmeddin Erbakan'ın bu sözleri, gelecekte politik hayatında sıkça kullanacağı anti-siyonist ve anti-semitik söylemlerinin işareti durumundaydı...

Necmeddin Erbakan bağımsız olarak meclise girdikten sonra, 26 Ocak 1970 yılında Milli Nizam Partisi'ni kurdu. Milli Nizam Partisi'nin kuruluş gününde Necmettin Ebakan bir basın toplantısı düzenleyerek, siyonistler ve masonlar hakkında ağır diller kullandı. Erbakan o günlerde iki temel nokta üzerinde durdu: Birincisi Türkiye'nin Batı'ya bağımlılığına, Batılılaşmaya ve Batılılaşmanın Türk toplumunu dönüştürmesine karşı çıkmak, ikincisi ise sürekli olarak yahudi-siyonist ve İsrail karşıtlığı yapmak. Yahudi ve siyonist karşıtlığı Erbakan'ın günlük çıkışları olmuştu.

Milli Nizam Partisi'nin politik hayatı kısa sürdü. 20 mayıs 1971 yılında Milli Nizam Partisi, "laiklik aleyhindeki faaliyetler" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. bundan 15 ay sonra ise 11 Ekim 1972 yılında Erbakan tekrar siyaset sahnesine dönerek "Milli Selamet Partisi"ni kurdu. Bu parti de 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile kapatıldı.

Refah Partisi Milli Selamet Partisi'nin halefi olarak 19 Temmuz 1983 yılında kuruldu. Bu parti de kuruluşundan 15 yıl sonra 16 Ocak 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından aynı gerekçeyle, "laikliğe aykırı faaliyetler" suçlamasıyla kapatıldı. Erbakan ve 5 milletvekiline beş yıl boyunca siyaset yasağı kondu.

Refah Partisi'nin bütün milletvekilleri 1997 yılının sonlarında kurulan "Fazilet Partisi"ne geçti.

Bütün bu siyasal İslam partilerinde ortak olan en önemli konu, "Erbakan'ın başını çektiği şiddetli siyonizm ve yahudi karşıtlığı" oldu. Erbakan'ın partilerinin yarı resmi gazetesi olan ve 1973 yılında kurulan Milli Gazete, Milli Gençlik Vakfı da geniş ölçüde siyonizm ve yahudi düşmanlığı yaptı..."

"Nil'den Fırat'a Kadar Büyük İsrail" Vurgusu ya da İsrail'in Emperyalist Siyonist Hedefleri Teması

Siyonizme konusunda bu temel vurgulama, Eski Tevrat'ın "başlangıç" bölümünde 15 -18. sıralarında yer alan "Aynı günde Rab Abram ile bir anlaşma yaptı: Mısır nehrinden Fırat Nehrine kadar olan yeryüzünü sana verdim" ve 3-24 sıralarında yar alan "iki nehir arasında ayak bastığın her yer senin olacak" bölümlerine dayandırılmaktadır.

İslamcılar bu bölümleri, siyonizm yayılmacılığı konusunda güçlü deliller olarak aldı. Onların zihinlerine göre, 1967 ve 1973 savaşlarında İsrail'in ele geçirdiği topraklar da bu konuda delil olark öne sürüldü. Bu durum "Nilden Fırat'a Kadar Büyük İsrail" sloganıyla özetlendi. Onlar buna göre Türkiye'nin bir kısım topraklarının da siyonizmin tehdidi altında olduğunu ileri sürdüler. İşte bu vurgulama Necmettin Erbakan'ın üzerinde sıkça durduğu bir konu oldu.


Necmettin Erbakan 1996 yılında Başbakan olduğunda üst düzey politik ve askeri erkanın bulunduğu bir brifingte israil konusundaki bakış açısını şu şekilde dile getirdi:

"İsrail bayrağında İki mavi çizgi ve ortasında da siyonizm yıldızı bulunmakta. Bunlar birer semboldür. Üstteki çizgi Fırat nehrini, alttaki cizgi de Nil Nehrini ifade etmektedir. Yahudilerin inançlarına göre bu sınırlar İsrail devletinin sınırlarıdır"

"Ortak Pazar Siyonizmin Bir Oyunudur"

Türkiye'nin "Ortak Pazar"a katılımı 1970'lerin en sıcak konularından biriydi. Milli Nizam Partisi'nin bakış açısına göre, siyonizmin nihai amacı Türkiye üzerinde egemen olmaktı. Necmettin Erbakan'a göre, Türkiye'yi Ortak Pazara katılmaya zorlamak siyonist bir projeydi. Erbakan bu düşüncesini 15 Mayıs 1970'de Türkiye parlamentosunda yaptığı bir konuşmada şu şekide dile getirdi:

"12 yıl içinde 3 bin Ortak Pazar şirketi Amerika'da siyonist kapitalistler tarafından satın alındı ve 1969'da bu şirketlerden elde edilen 13 milyar dolar kâr Amerika'ya transfer edildi. Bugün İsrail parlamentosunda Theodor Herzl'in heykeli bulunmaktadır. 100 yıl Viyana'da önce yaşayan bu siyonist bir İsrail devleti kurma projesine başladı. Onun hazırladığı haritada, Türkiye'nin büyük bir kısmı da İsrail'in bir parçası olarak gösterilmektedir. Siyonistlerin böyle bir projesinin olduğu bir gerçektir. Onların Eski Tevrat'larındaki inançlarına göre, İsrail Kayseri'yi de içine alıyor. Bu plan, Ortak Pazar'ın bir diğer hedeflerinden biridir. Ortak Pazar planında ülke topraklarının yabancılar tarafından satın alınmasına izin veriliyor. Bu durumda siyonistler gelip ülkemizden çok ucuza toprak alabilecekler. Bu da Türkiye'yi İsrail'in bir parçası haline getirecek..!"


"Türkiye'deki anarşinin kaynağı siyonizmdir" Vurgusu

Milli Nizam Partisi'nin kapatılmasından sonra kurulan Milli Selamet Partisi'nin politik dili de aynı şekilde anti-semitik ve anti-siyonist bir dildi. 1972 yılında Milli Selamet Partisi politik hayatına başladığında Türkiye'de sağ-sol çatışmasına dayalı politik bir kaos vardı. O dönemde Milli Selamet Partisi, Türkiye'deki bu sağ-sol çatışmasıyla Türkiye'nin derin bir kaousun içine sürüklemesinden dolayı "baş sanık" olarak "beynelmilel siyonizm"i ve dünya yahudilerini suçluyordu. Milli Selamet Partisi'ne göre, Türkiye'deki sağ-sol kapitalizm-kominizm ayrımı ve çatışmasını ortaya çıkartan siyonizm idi. MSP'ye göre, siyonizm Türk halkını sağcı-solcu diye birbiriyle çatıştırarak Türkiye üzerinde egemenlik kurmaya çalışıyordu.

Ağustos 1980'de İsrail'in Kudüs'ü kendinde başkent olarak ilan etmesinden sonra, Necmettin Erbakan Ramazan ayı içerisinde "Kudüs ve Siyonizm" ve "Anarşi ve Siyonizm" başlıklı iki makala kaleme aldı. "Kudüs ve Siyonizm" başlıklı makalesinde Erbakan, İsrail ve siyonizm ile ilgili bilinen iddialarını tekrarlayarak, siyonizmin yayılmacılığı ve Türkiye'yi kuşatma planları üzerinde durdu. "Anarşi ve Sİyonizm" başlıklı İkinci makalesinde ise, yine siyonizme yüklenerek siyonizmi şu terimlerle tanımladı "Siyonizm br ahtapottur. Bu ahtapotun sayısız orduları vardır. Kominizm onların bir tanesidir, kapitalizm diğeridir. Masonlar yan kollarıdır. Irkçılık da başka bir koludur. Bugün bunları bilmeksizin hareket edenler siyonizme hizmet etmekte ve siyonizm için savaşmaktadır" Necmetin Erbakan böylelikle Türkiye'deki anarşinin kaynağında siyonizmin olduğunu ısrarla vurguluyordu.


Erbakan bu makalelerini yazdıktan üç hafta sonra 6 Eylül 1980 tarihinde Erbakan'ın önderliğinde Konya'daki meşhur "Kudüs Mİtingi"ni düzenlendi. Erbakan mitinge katılanların ön safındaydı. Mitinge katılan gençler de "yahudiye ölüm!" yazılı pankartlar taşıyordu. 6 gün sonra da 12 Eylül 1980'de Türkiye'de askeri darbe oldu.

"Beynelmilel Siyonizm" Vurgusu

12 Eylül askeri darbesiyle birlikte diğer partilerle beraber Milli Selamet Partisi'nin de kapatılmasının ardından, Necmettin Erbakan bu kez 1983 yılında Refah Partisi ile siyaset eranasına çıktı. Erbakan siyonizme karşı tavrını öncekiler gibi aynı şekilde devam ettirdi.

Refah Partisi "Beynelmilel siyonizm" takıntısını entellektüel bir miras olarak taşıyordu. Bunun yanısıra "Adil Düzen" vurgusu da yapıyordu. Erbakan'ın "Adil Düzen Ekonomik Praogramı"nın giriş bölümünde Türkiye'deki uygulanmakta olan liberal ekonomik sistem "köle düzeni" şeklinde tanımlanıyordu. Liberal ekonomik sisteme ilişkin yapılan eleştiriler şu şekilde ifade edilmişti:

"Bugün Türki'yede hakim olan köle düzeni kendi kendine ortaya çıkmadı. Bu köleci düzen emperyalist ve siyonist güçlerin plan ve uygulamalarının bir ürünü olan modern sömürgeciliğin bir sonucu olarak ortaya çıktı. New York'un Wall Street'i siyonizm tarafından kurulan ideolojik bir güçtür. Onlar Tanrı'nın kendilerini seçtiğine ve diğer milletlerin de kendilerinin kölesi olacağına ve kendilerinin dünyaya egemen olacağına inanırlar, kendi çıkarları için bütün insanlığı kapitalizm yoluyla sömürme peşindedirler. Siyonistler dünya emperyalizmi ve emperyalist devletler vasıtasıyla dünya egemenliği oluşturdular. Bu emperyalistler Türkiye'deki taklitçi partileri destekleyerek Türkiye'yi yönetmeye çalışıyor."

Refah Partisi 1990'larda bastırdığı "Türkiye'nin Gerçek Durumu, Nedenler ve Teşhisler" başlıklı bir broşürde yine "beynelmilel siyonizm dünya egemenliğidir" vurgusu yapılarak Türkiye'nin ekonomik ve sosyal sisteminin İsrail ve siyonizm için çalıştığı ileri sürüldü. Türkiye'deki bankacılık sisteminin de israil için çalışan bir sistem olduğu belirtildi.

Broşürde şöyle deniliyordu: "1988 yılında Siyonist bankalara 8.5 milyor dolar para aktarıldı. Bunun anlamı şudur; Amerika'daki siyonist bankalara her hafta 10 ton altın yüklü kamyonlar gönderilmektedir. Türkiye'de milletten alınan bu ödemeler Amerika'daki siyonist bankalar tarafından İsrail için silah ve cephane alınmaktadır."

Türkiye'deki İslamcıların dünya egemenliği konusundaki bu takıntılarının bir sonucu olarak, yahudileri kendilerinin en kötü muhalifleri olarak gördüler. Erbakan ve takipçileri yahudilerin Türkiye'deki diğer politik partilerin efendisi olduğunu ileri sürdüler. Onlar aynı zamanda "Milli Görüş"ü yahudi ve siyonizm karşıtı bir doktrin haline dönüştürdüler. Örneğin 1996 yıllarda yerel seçimler sırasında Necmettin Erbakan yaptığı bir konuşmada "Eğer yahudilerin bu seçimlerden yararlanmasını istemiyorsanız Refah Partisi'ni seçiniz" demişti. Erbakan sadece Türkiye'de değil dünyanın değişik bölgelerinde İslami partiler vasıtasıyla siyonizme ve yahudilyere karşı evrensel bir karşı duruşa öncülük etti. Dünya'daki İslamcı liderler Erbakan'ın bu söylemini paylaşarak anti-siyonist söylemler ortaya koydu.



Yahudi İmajının Oluşmasının Nedenleri

Aşağıda sıralayacağımız nedenler Türkiye'deki siyasal İslamcılık -ve Necmettin Erbakan'ın- anti-semitik ve anti-siyonist tavırlarını anlamamıza yardımcı olacaktır.

Ortadoğu'da İsrail devletinin kurulması İslamcıların düşmanca tavırlarının başlıca nedenidir. İsrail devleti Ortadoğu'nun kalbine saplanan bir hançer olarak görülmektedir. Türkiye'deki İslamcılar hiç bir zaman İsrail'in varlığını kabul etmedi. İslamcılar, İsrail ile komşularının savaşını "müslümanlarla yahudilerin savaşı" olarak gören İhvan-ı Müslimin'in zihniyeti çerçevesinde konuya yaklaşarak hareket etti. Türkiye İslamcılarının bakış açısında İsrail devleti doğal bir devlet olarak görülmedi, onlara göre İsrail Amerikan emperyalizminin bir koluydu.

Türkiye'de yahudilere karşı oluşan düşmanlığın özel bir nedeni de, Sultan Abdülhamid'i deviren İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin siyonist-mason-sabatayist komplocular olduğuna inanılmasıdır. İslamcılar Sultan Abdulhamid'in Theodor Herzl'in Filistin'de yahudi devleti kurulması isteğini şiddetle reddettiği için devrildiğine inanmaktadır. İslamcılara göre, İttihad ve Terakki Cemiyeti, nüfusunun büyük bir kısmı yahudi olan Selanik'teki Mason localarında gizli toplantılar düzenleyerek Osmanlıda milletvekili olan yahudi Emmanuel Carasso'nun ilanıyla Sultan Abdulhamid'i tahttan indirdiler. İslamcılar 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşunu, 1987 yılında Basel'deki siyonist rüyanın Osmanlı impartorluğunun yıkılışı sonrasında bir başarısı olarak görmektedirler.

Anti-semitik klasiklerden olan "Siyon liderlerin Protokolları" bir kitap olarak 1934'den 1997 yılına kadar 87 baskı yaptı. Bu kitap hep best-seller (en çok satan kitap) oldu. Siyonizm, 'tek dünya devleti' amacını güden ve bütün dünyaya egemen olmaya çalışan yayılmacı ve emperyalist bir ideoloji olarak görüldü. Erbakan'ın yakın arkadaşlarından Süleyman Arif Emre anılarını yazdığı kitapta siyonizmi, 18. protokolde kanıtlandığı üzere yayılmacı bir ideoloji olarak gösterdi. Süleyman Arif Emre'nin bu anıları, İslamcıların zihninde yahudilerin nasıl bir "hain" imajına dönüştüğünü açıkça göstermektedir.

İslamcıların politik ve toplumsal söylemlerinde "yahudi" vurgulaması ayrılmaz bir unsur oldu. Siyonizm, yahudi ve İsrail kelimelerinin her biri birbirinin eş anlamlısı haline geldi. Sonuçta İslamcıların gözünde "yahudi" imajı "İslam düşmanı" ve "bütün musibetlerin kaynağı" olarak algılandı.

Erbakan sürekli olarak "İsrail ile birlikte olmak, iki müttefik ülke olarak birlikte hareket etmek her şeyden önce bizim müslüman oluşumuza ve insanlığımza aykırı bir durumdur. Her hangi bir yerde İsrail ile yan yana durmak ve görünmek bizim için bir zillettir" diyordu.



Geleceğe bir bakış

Refah Partisi Şubat 1998 Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldığında bütün Refahlı millletvekilleri yeni kurulan Fazilet Partisi'ne geçti. Refah Partisi'nde başkan yardımcısı olan Rıza Ulucak, Fazilet Partisi'nin gayri resmi başkanı durumundaydı.

Rıza Ulucak geçmişte İsrail ve siyonizm konusunda İslamcıların düşüncelerini aynen paylaşmıştı. Örneğin 1991 yılında Amerikalı bir gazeteci kendisiyle röpörtaj yaptığında şöyle demişti:

"İsrail sürekli olarak sınırlarını genişletmeye çalışıyor. İsrail'in gerçek amacı Nil'den Fırat'a kadar genişlemektir. Bölgede İsrail devletinin var olmasının hiç bir meşru nedeni yoktur. İsrail Filistin'in meşru sahiplerinden topraklarını gasbederek kurulmuştur. İsrail tüm komşuları için büyük bir beladır. İsrail'in başka bir yerde olması durumunda daha iyi olacağız. İsrail Güney Amerika'ya transfer edilmelidir. Üzülmeyin biz onu Kuzey Amerika'ya postalamayacağız."

Türkiye'deki siyasal İslamcılık anti-semitik bir çevrede yeşerdi. Aynı zamanda Türkiye'deki siyasal İslamcılar da kendi söylemleriyle bu kültürü oluşturdu.

Türkiye'deki siyasal İslamcıların -Milli Görüş Hareketi'nin- bu gibi söylemleri ve çıkışları yıllar boyu Türkiye'deki atmosferi zehirledi. Oldukça iyimser bir şekilde bir gün bu söylemlerin ortadan kalkacağını umsak da, gelecekte aynı anti-semitik söylemlerin tekrardan politikacıların sözlerinde veya İslamcı medyada yer alacağı sürpriz olmayacaktır. Buna iyi bir örnek olarak, 23 Mart 1998 yılında Fazilet Partisi'nin kuruluşunun daha 16. gününde gayri resmi başkan Rıza Ulucak'ın Milli Gazete'de yayınlanan ilk açıklamasında, laiklerin İslamcılara karşı önleyici hareketinin arkasında gizli bir siyonist planın olduğu ima edildi. Refah Partisi'nin yarı resmi yayın organı olan Milli Gazete'de yayınlanan başyazıda şöyle denilmişti:


"Onlar -yahudiler- bütün dünyayı holocaust -yahudi soykırımı- efsanesine inandırmaya zorladılar. Siyonistler aynı zamanda Amerika ve bütün Avrupa ülkelerinden 6 milyon savaş kurbanın ölümü yalanıyla zorla para aldılar. Onlar müthiş medya imparatorlukları aracılığıyla Yeni Dünya Düzeni'nin tek ve gerçek sahibi haline glediler. Onlar bu medya imparatorluğunu dünyayı avuçlarının içine almak için kullanıyorlar. Onların ekonomik düzeni bütün dünyayı sallayacak bir şekilde organize edilmiş durumdadır. İsrail her zaman 'vadedilmiş topraklar' olarak gördükleri toprakları ele geçirmenin rüyasını görmektedir. Siyonistlerin dünya siyasetini gözardı ederek Türkiye'deki krizin üstesinden gelmek mümkün olabilir mi?"

Yahudilerin baş yazarı olan Rifat N. Bali'nin "The image of the jew in the rhetoric of political islam in Turkey" adlı raporundan özetleyerek hazırlıdığımız bu yazı dizisini, hayatımızın rehberi olan Kur'an-ı Kerim'in şu ayeti ile bitiriyoruz:

"İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın." (Maide 82)

Hazırlayan: Nureddin ŞİRİN
Bookmark and Share