son dakika

MİLLİ GAZETE

23 Nisan 2009 Perşembe

Kendi aramızda diyaloglar

Bir grup arkadaşımız Yazar ile yazışmamız (diyalogumuz)

Sayın xxxxx xxxxx Bey

Cevabım satır aralarındadır.

Sayın ahmet doğan şimşek, ne ilginç değil mi? birisinin babası ermeni dönmesi, birisinin annesi hristiyan iddası var. Ne gariptir Türkiyemiz, eğer birini karalayacaksan din den vuracaksın. Çünkü din insanların en hassas noktası. eğer bir ülkeyi işgal edeceksen askerlerini değil din adamlarını satın alacaksın.



Birinin babası Ermeni midir böyle ise Müslüman olmuş mudur bilmiyorum. Ama diğerinin anasının sıradan bir haçlı değil, İslam âlemini çökerten müthiş bir siyasetin ve oryantalizmin mimarı İngiliz kökenli bir İsviçre vatandaşı olduğu biliniyor.

İngilizlerin milliyetçilerinin tüm ömürlerini milletleri için feda eden çok milliyetçi kişiler oldukları ve siyaset bilimde çok ileri oldukları da bilinmektedir. Zamanında bir alay askerle üçyüzmilyon nüfusu olan Hindistan’ı nasıl onlara fark ettirmeden, onların aralarındaki ayrılıkları kullanarak işgal edip yönettikleri bilinmektedir. Fark edilmeyen Osmanlıyı nasıl işgal edip parçaladıkları ve Türklere sahte bir kurtuluş savaşı ve işgali sürekli kılacak kendi ordularımızın ve devletimizin kritik noktalarına kendilerine yakın yerli işbirlikçilerini yerleştirerek geri çekilip ülkemizde görünmeden işgali sürdürdükleridir.

1. Dünya savaşı sırasında İngiliz parlamentosunda, elinde tuttuğu Kuranı göstererek bu kitap Türklerin elinden alınmadıkça Avrupa’ya rahat yoktur diyen iktidarda ki devlet adamı da, ona itiraz edip, hayır Türkler İslam dinini terk edip Hıristiyanlığı kabul etseler dahi Hazar denizin arkasına sürülüp ön Asya’dan temelli atılmadıkça Avrupa’ya rahat yoktur. Şeklinde cevap veren muhalefetteki devlet adamı da İngiliz’dir. ( bu zihin yapısı Avrupa’nın şuur altında halka durmaktadır)

(isimleri yanlış telaffuz etmemek için zaten bilinen bir olay olduğundan doğrusunu aramaya vakit ayırmadan yazdım)

Ve bu konuşma İngiliz parlamentosunda geçmektedir. Türkler Dindarlıkları yüzünden kaybederek vurulmamıştır. Bizim yeniçeri taktiğimizin batılılar tarafından tersine çevrilip bize karşı uygulanması sonucu onlar tarafından devşirilip yetiştirilen kendilerine aydın oldukları sanrısı enjekte edilmiş ama o kaynaktan gelmedikleri için onlar gibi olması mümkün olmadığından kendi kimliklerini de kayıp edip kompleksli ve hasta kişiler olarak onların bizlerden devşirdiği yeniçerileri olmuş ve gerçekten bazı bilgilere sahip olmayı, sanki onlardan almasa asla sahip olamayacağı şeyler sanmış, araştırma geliştirmeyi boş verip verileni kadarı ile hazıra konmuş olmayı aydın olmak zanneden basireti köreltilip batının yeniçerilerine dönmüş, anti yeniçerilerin yönetimine esir düşmüş bir ülke olmuşuz. İngiliz mankurtlalaştırma (anti yeniçeri) uygulamasına tüm Avrupa devletlerinin iştiraki ile kaptırdığımız Asker ve bürokratlarımız eli ile onlara önce kültürel olarak sonrada fiilen teslim olmuşuzdur. Aydınlarımız kendilerini hala Türk ve Müslüman zannetmelerine rağmen o derece Türk ve Müslüman düşmanı hale getirilmişlerdir ki. Hudson toplantısında Barzani’nin yeğeninin de garantisi ile ABD’li yetkililerin size PKK yönetim kadrolarının tümünü derdest edip teslim edelim teklifine aman sakın ha bu AKP ye yarar diyecek kadar vatana ve millete ihanet boyutuna varan generaller bile çıkabilmiştir. Bu sözü söyleyen iki ya ne yaptığından gafil yada anti yeniçeri olarak millet düşmanına dönüştürülmüş sözde paşa hakkında şimdiye kadar ne bir işlem nede soruşturma açıldığına dair bir bilgide duyulmamıştır. GKB’mız arkasına diğer kuvvet komutanlarınıda alarak konuyu Türkiye gündemine taşıyan gazeteye savaş ilan etmeye kalkışmış ve o gazetenin başyazarı tarafından ne yapacaksınız yani gazete binamızı ve elinde kaleminden başka silahı olmayan bizlerimi bombalayacaksınız. Yoksa başka yöntemleremi başvuracaksınız. Unutmayın ki biz zaten başımıza gelebilecek her şeyi peşinen kabul ederek gerçekleri yazıyoruz sözleri ile bozguna uğratılıp püskürtülmüşlerdir. ÇYDD derneği de bu tip sözde Türk mankurtlar yetiştirmeye ilaveten bir sürüde PKK lı öğrenciye de burs vermekten yargıya düşmüş bir kuruluştur. Bize rağmen bu ülkede bizim izin vermediğimiz hiçbir şey yapılamaz sözleri ile kim, ne ve kimin adına konuştuğu bilinmeyen anti yeniçeri devşirme teşkilatı lideri olarak çalıştığı anlaşılan Türkan Saylan son nefesine kadar Bu ideale kendisini adamış bir Hıristiyan azizesi olarak kabul edilse de bana göre birinci dünya savaşında Osmanlıyı içeriden yıkanlardan biri olan Yahudi asıllı İngiliz casusu Lavrens'in çok daha başarılı yeni bir dişi versiyonudur. Umarım birde buradan bakarsınız.



Aslında yazdıklarınıza sizinde inanarak yazdığınızı sanmıyorum. Müslüman tabii ki sosyal ve iktisadi hayatında herkesle görüşebilir. Sizin görmek istemediğiniz bu fotograflarda bir kaç papaz ve hahamla yapılan muhabbet ve kucaklaşma yoktur. ADL ismini duydunuzmu ? Bu isim 1990 yılların başlarında Zaman gazetesinin en çok saldırdığı kuruluştur. Eğer eski sayılarına ulaşılsanız zaman gazetesinin 1990 - 1995 tarihleri arasında yazdıklarımı sizde onaylacaksın. Bunu sen nerden biliyorsun diyecek sorarsan o tarihlerde zaman gazetesine abonesidim. Aslında birkaç sene öncesine kadar öyledi Allah'ın hidayeti ve yol göstermesi sonucu zaman gazetesini almamayı bir müslüman olarak almamayı uygun gördüm. Aşağıda lutuf ettiğinz şahsın ve öğrencilerinin samimyetlerini kesinlikle inanmayan islam a teslim olmuş bir müslüman olarak söylüyorum. O şahsı ve öğrencileri gördüğümde ne hikmet ise Büyük islam tasavvufunun önde gelenlerinden şeyhül ekber Muyheddin Arabi hazretlerinin bir cuma namazı sonrası caminin önüne gelerek ve halka ve ahaliye " sizin taptığınız tanrı ayaklarımın altında" sözü gelir.



Öncelikle belirteyim ki ben içi dışında olan ve ne yazıyorsam öyle gördüğü ve öyle inandığı için yazan bir kişiyim. Yanlış şeyler yazıyorsam bu yanlışı bilerek değil yanılmış olmamdan ibarettir diye inanabilirsiniz.

Ancak ben de uzunca ömrümde, Türkiye’yi hiç terk etmediklerini ve bizimde aslında istiklal savaşını kazanamadığımızı düşündüren hatta netleştirip kesinleştiren pek çok şeye şahit olmuş bir kişi olarak bu ÇYDD. Gayri Müslim cemaatini de aslında Türkiye’deki Kurulu gizli işgal devletinin eskiden beri uyguladığı yöntemin bu ülkede bize rağmen hiçbir şey yapılamaz diye ilan da eden son versiyonu olarak görüyorum. FG. Hoca efendinin hem samimi bir Müslüman olabileceğini hem de sizin dediğiniz gibi olabileceğini bende düşünüyorum.

Fakat ben herkesin baktığı yerden bakıp görüntüyü hafızama kayıt ettikten sonra olayların çevresini dolaşarak değişik açılardan ve içinden de bakarak sorgulayan, nevi şahsına münhasır bir kişiyim.

Sistem benim çocukluğumda irtica adı altında milletin dinine yani İslam’a saldırmakta cinci hoca denilen üfürükçüleri kullanırdı. Onlar birilerini okur üfler ve paralarını alır sevdiklerine kavuşturur ya da kadını kocasından ayırıp başkasına yamar tedbir alınmazsa bir üfürükte devleti de yıkıp viran edecek güçte kişiler olarak basından öğrenirdik. Dindarlara iyi davranan devlet adamlarının da falan cinci ile bin göbek öteden akraba olduğunu falanda okur ne kadar hain olduklarını da tespit ederdik. Haberler sekiz sütun basında yer alır ve devlet bu büyük tehdit altında üfürükçüler kendilerine bir üfürüşte devletimizi yer ile yeksan edecek diye tir, tir titrer. İyi ki Atatürk bunlardan bizi kurtarmış. Yoksa bunlar paşalarımızı, devlet erkânımızı üfleyip götürür ve devleti yıkıp yunanlılara falan satarlardı diye bizleri de korkuturdu. Doğrusu bizde ilkokul birde o zamanlar okutulan Alfabe de uyu, uyu yat uyu diye okuma öğrenmeye başladığımız için uyurken bu korkulu rüyalardan çok korkardık. Eskişehir de böyle biri vardı. 28 Şubatın Ali kalkancısı gibi aslında ne idüğü bilinmeyen çakma bir sahte hoca idi galiba. Sonradan o sıralar ülkemizde pek bilinmeyen dinleme aygıtı ile kapıda herkesin ifadesini alan dervişi ile kişi hakkındaki her şeyi içeriden dinleyip sonrada herkesin her şeyini bilen hoca olarak nam saldığını yıllar sonra öğrenmiştik. Birde kendisinde şeytan tüyü falanda vardı galiba kadınlar bileziklerini falan ona verirler oda ikide birde rejim aleyhtarı olarak tutuklanır. Devlet ondan kurtarılıp biriktirdiği altınlar emniyet de gayri resmi fidye olarak alınıp paylaşıldıktan sonra kendine kalmadığından serbest bırakılıp yeniden işinin başına döner devletin işlerine üflemeden çalışmasına devam yeni bir irtica ihtiyacı çıkana kadar serbest bırakılırdı. Bu gibi konuları artık halk yemez olunca Ankara da Ticaniler diye bir tarikat keşfedildi. Pazarcılardan amelelerden köylülerden oluşan üç dört yüz kişilik büyük bir ordusu pardon cemaati vardı. Devletimiz onlardan çok korkar basınımız onların sakallı resimlerini en korkunç görüntü verecek şekilde basar. Onlarda milletçe ama bilhassa biz çocuklar ve yeni yetmelerin beynimize işleneceği şekilde basarlar, dehşete kapılır, Atatürk olmasa bizleri bu korkunç öcülerin yiyeceğini falan zannederdik. Çoğu okuma yazma bile bilmez tüm milletçe devletimiz bu derece korktuğuna, ordumuz bile bunlardan çekindiğine ve ikide bir de bir şey yapamadığı için bayramlarda uzaktan bunlara sövüp saydığına göre çok tehlikeli olmalı idiler. Bunların yaptığı söylenen Atatürk heykellerini çekiçle kırmak Atatürk’ün heykeline geceleri gelip dışkı sürmek gibi devletimizi yıkmaktaki kararlılık gösterilerini sahiden o köylüler yapıyor zannederdik. Sonra komünistler çıktı. Sigara paketlerinden kibrit kutularına kadar her yere çekiç oraklı bayraklarını gizlerlerdi. Devletin içine sızmışlardı. Tüm tekel ürünlerinin paketlerine çeşitli açılardan bakar ve sonunda ya çekice ya orağa benzeyen resimlere benzer şekiller bulur ve nasılda zeki ve başarılı olduğumuzu beyaz peynir reklamındaki ben buldum. Ben buldum diye bağıran acayip beyne benzer şeklin bağırdığı gibi bizde çekiç ya da orak resmine benzettiğimiz şeyler bulur ben buldum ben buldum diye bağırırdık. Alfabesi uyu, uyu yat uyu diye başlayan bir ülkenin uyanık çocukları olduğumuzu sanarak rüyamızda bu zırvalığımızla övünür böbürlenirdik. Komünistler bizi az daha Sovyetlere satacaklardı. Bizim ne Yalta konferansından nede malta konferansından hiç haberimiz olmaz vatanı kurtarmak için tüm dünyaya nasılsa baş edebileceğimiz için ah bir savaş çıksa da şunların icabına bakıp bir Türkün cihana nasıl bedel olduğunu gösterip derslerini versek derdik. Neyse Gene bir asker olan Koskocaman Albay Alparslan Türkeş her ne kadar ABD ve Siyonizm hesabına 1960 ihtilal ini ne yaptığının farkında olmadan yapıp ordumuzun içine edilmesine sebep oldu ise de yinede komünistlere karşı, milli güçleri ülkücüler olarak toparlayıp kahramanca savaştı. Sonradan o komünistlerinde ülkücülerinde 1980 ihtilal’ından sonra popolarına cop sokularak bazıları intihara gidecek kadar aşağılandılar ve yahu bu asker milliyetçi ise Ülkücülere neden işkence ediyor. Komünist idi ise solculara neden işkence yapıyor diye söylendilerse de. Devlet işinin hikmetinden sual olmaz asker karavanın boşuna da karavana der dolusuna da diye işin hikmeti dünyadaki her şeyi bildiklerini zannettiğimiz paşalarımızın bir bildikleri vardır. Borumu bu koskoca paşa diyorduk. Amerika Rusya falan vız gelirdi bizim paşalar kodumu oturturdu. Bir keresinde İtalyan lider Mussolini ile Atatürk konuşurken Mussolini Atatürkden bazı tavizler istemiş ve Atatürk ona ulan Mussolini kafamı kızdırma da senin İtalya’nı ben ayağıma çizme diye geçirmiyeyim deyince Mussolini işin vahametini anlayıp hemen tırsmıştı.

O günlerde kodumu oturtan paşalarımızın Neden Sovyetlere koyup oturtmak yerine Nato ya sığındığını soracak kadar çok şey bilmiyorduk. NATO’nun bilgisi dışında kimseyi koyup oturtamayacağını da bilmiyorduk. Ve o günlerde ordularımızın NATO ya bağlı ve bağımlı olduğunu da anlamadığımızdan NATO neden silah veriyor da cephaneyi vermiyor diye merak etmeyi akıl edemiyorduk. Hem neden merak edelim ki Amerika bizim dostumuzdu. Nede olsa Komünistler gibi dinsizde değillerdi. Onlarda bizim gibi Allah dan korkuyor olmasalar komünistler den bizi neden korusunlar dıki. Allah razı olsun gavurdular ama çok iyi gavurdular. Bizim paşalar Müslüman oldukları halde gül gibi geçinip gidiyorlardı.

İşte böyle yıllar geçerken Alçak Özal geldi. Demirel gaza beze tuza zam yapmazdı bizde gül gibi geçinirdik Köylünün eşeği vardı benzine ihtiyaç duymaz yazın topladığı otla kışı geçirir hem de gübresi bile kışın yakılıp ısınılırdı. Kendi gönlümüzce bir göz oda gaz lambamız israf etmeden önlü arkalı yazdığımız defterlerimiz bile oluyordu.

Ama Özal gelip çok kanallı renkli TV ler getirdi. Ya hu bu gavurlar da tıpkı bize benziyorlardı ama onların bacakları daha düzgün ve uzun boylulardı. Biz dünyada sadece Japonlar kısa boylu sanırdık. Meğer gıdasızlıktan kadınlarımızı Skoda bacak (O yıllarda Skoda arabaları gelişmemiş ve tekerlekleri içe bükük dururdu bu yüzden çarpık bacaklılara Skoda bacak derdik) bacak erkeklerimiz kısa ve güdük kalmışlardı. Elektrik yaygınlaştı. Renkli TV buzdolabı çamaşır makinesi aldık. Toz sabuna zam geliyordu. 15 sene telefon bağlanmasında sıra beklemiştim herkes telefon aldı telefon faturası çıktı. Cep telefonu aldık oda çıktı. Tasarruf için dolmuşa binmezdik araba aldık benzin ve bakım parası çıktı.

Ne gaz kaldı ne bez Konfeksiyon çıktı çorap yamamayı bile unuttuk. Bunlara para yetmeyince de çok fakir olduk ağlamaya başladık. Şairlerimiz şiir yazmaz Köylülerimiz Türkü çığırmaz İnşaat amelesi bile artık inşaatta şakı söylemek yerine TV ler de gezer oldu. Bizi bunca yıl gaz bez tuz diye aldatanlar mı daha hayırlı idi yoksa bizi zengin edip muhtaç duruma düşürenler mi anlayamadık. Ama bu açılımlar halkı geliştirdi ve dünyayı öğrendik. Bizi yönetenlerin aslında sadece cart curt eden yetkili yerleri ihtilallar ile kapmış cahil ve bağnaz kadroluların boş afra tafralarına rağmen hiç bir özelliği olduklarını fark ettik. Onlarda yeni bir tehdit olarak önce Nurcuları sonra aczimedileri sonrada FG. Cemaati üyelerini tehdit olarak iç politika satrancında düşman taşı olarak seçtiler ve bizleri onlarla tehdit edip kendileri bize sürekli tecavüz ettiler. PKK ve Hizbullah gibi bazı örgütlerin kontrollü büyümesine izin verip sonrada yangın var diye sahte çığlıklar atarak milleti korkutmak istediler. Ama artık onların aklıda gelişme sürecide milletten geride kalmıştı. Zavallılıklarını cehaletlerini fark edip acze düştükçe millete bidon kafalılar, iyi beslenemediklerinden çarpık bacaklarına bakıp çarpık bacaklılar ağzı çorba kokanlar vs diye sövüp saymaya başladılar.

Kısaca deniz bitti ve kelimenin tam anlamı ile çuvalladılar.


Hristiyanların kriz yaşadığını çoğu kişinin ateist olduğunu yazmışsınız. Sizin dediğiniz avrupa da 200 yıldır böyle gelişme var lakin ABD aksine radikal isevi inancın çok yoğun yaşadığı bir ülkedir. Avrupanın öyle olmasının pozitivist ilimlerinin etkisi ve yüzyıllar boyunca kiliselerin yaşayan halkları sömürü düzene baş kadırlmasıdır. almanya gibi ülkelerde hala hiristiyan vergisi maaaş bordrosundan kesilmektedir. Bazıları bu yüzden hristiyan olduğunu saklamaktadır.



Benim gördüğüm kadarı ile ABD halkının büyük bir çoğunluğunun cehalet açısından dünyanın çok gerisinde kaldığıdır. Obezite ve egoizm yaygındır ve sokaklar kimsesizler, anasız ve babasız çocuklar ile doludur. Dünyanın gelişmiş bilim insanlarını toplayıp kullanmış ve başarılı olmuştur. Başarı güç ve zenginlik getirmiş sonrada W. Buhs İhtiyar Avrupa diye Avrupa’yı küçümsemek istemiştir. Kennedy Uçak gemisini yanımda Alman askeri ataşesi ve bir Alman Astsubayla birlikte Antalya limanın da bir mihmandar eşliğinde gezmiştik. Almanlar uzun süre ABD de görev yapmış askerlerdi. Uzun sohbetlerimiz oldu. Gemide beş bine yakın personel vardı ve yarısı okuma yazma biliyor denilemez düzeyde idi. Antalya limanında ince bez halı benzeri resimli sergi bezleri Türk halısı olarak satılıyor ve çok yüksek fiyatlar ile kapış, kapış gidiyordu. Zencileri mübalağasız yarım metreye yakın eninde radyolarında teyp bantlarını koltuk altlarında yüksek sesle çalarak Antalya’yı sözüm ona Turist gibi geziyorlar. Kelimenin tam anlamı ile zavallı çok geri kalmış bir topluluk oluşturuyordu. Seksenli yılların başı idi galiba, gemideki genç savaş pilotları aslında bilgisayar oyunu oynayan çocuklardan oluşuyordu. Geminin beyni çok az sayıda dar bir kadrodan oluşuyordu. Ortada ABD’nin durumunun da bu gemiden pek farklı olmadığını oradaki anlatılanlar ile ilk defa fark etmiştim.

Avrupalılar ise gerçekten gelişmiş eski bir kültürün sahibi olarak çok farklı görünmüştü bana bizlerde o yıllarda bile Avrupa dan pek geri kalmıyorduk.

ABD de Hıristiyanlar daha doğrusu Siyonist falanjistler örgütlü oldukları için fazla görünüyorlar sanırım. Öyle olsa Obama seçilemezdi. Amerika da Türkiye gibi yeni değişmeye başladı uyanıyor, uyanıyoruz.


Misyonerlik faaliyet konusunda samimi olduğunuz zannetmiyorum. eğer türkan saylan öyle birisi olsaydı açıkça yapmasında bir sakınca olmadığını kanunlamızda da bellidir.



İngilizlerin köpeğe hardal yedirme hikâyesini bilmiyorsanız anlatayım.

Pek çok diplomat köpeğe kim hardal yedirebilir diye bir diplomasi yarışına katılmışlar. Kimi sosis kimi salam kimi et kimi tavuğa bulamış ama köpek koklayıp uzaklaşmış. Sıra İngiliz diplomata gelince Hardalı elinde topak yapıp hayvanın kuyruğunu kaldırmış ve hızla hardalı poposundan içeri tepmiş. Zavallı köpek feryat figan poposunu yalayarak hardalı bitirene kadar çabalamış. İşte irticada İngilizlerin bizim popomuza sokup feryat ettirildiğimiz ve biri bitince diğeri başlayan başörtü yasağı gibi popomuzdan çıkarmak için yıllar harcamak zorunda kaldığımız ve halada çıkarmamıza izin verilmeyen İngiliz diplomasisi patentli ve yerli anti yeniçerileri tarafından uygulanan başarılı politikalarıdır. Doğrusu Türkler karşısında batılılar adına yapılan soğuk savaşta mutlak bir İngiliz zaferidir. Türklerin özelliği onlara ters gelen bir şeyi asla yaptıramazsınız. Bu yüzden onlara sen aslansın diyerek ne istiyorsan yaptırabilirsin. Hele aralarındaki zevk ve renk ayrılıklarını kullanarak bir kısmını kullanıp desteklediğinizde ve oyunu gizleyebilirseniz zafer mutlaktır. Bunu da Atatürk’ün ölümünden ya da öldürülmesinden sonra Aslan Atatürk yaratarak yaptılar. Hiç bir Türk Hıristiyanlık adına Müslüman milletimize gerici irticacı gibi aşağılayacak aslında kendisini de aşağılamış olacağı iddialar ile milletini aşağılamaz.

Bu yüzden bu iş Atatürkçülük adı altında hem millet, hem de onun şahsında İslam’ı aşağılayarak gerçekleştirilip, hem de medya ve değişik yollar ile irticacı hoca merhametli rahip ve rahibeler. Filmleri desteği ile bizi İslam geri bıraktı Atatürk olmasa İslam dininden kurtulamayıp gerici kalacaktık sözünü üstü kapalıda olsa söyleyemeyecektik diye insanları boşluk ve kimliksizlik denizine atıp psikolojik bunalımda boğulma noktasına getirip sonrada üzerinde haç olan can simitleri atarak tutunmalarını sağlayıp İslam’ın karanlığından! Hıristiyanlığın aydınlığına! Kurtarmak şeklinde gerçek bir İngiliz diplomatik zekâsının başarı ile uyguladığı oyunda sözde aydın sürülerimiz sürü halinde onların ağılına doluşup, milletimizi kendilerini yiyecek kurt sürüsü onları da kendilerini kurt sürüsü zannettikleri kurtlardan kurtaran çoban köpekleri sanmaya başlamışlar ve Onların çoban köpekleri de o koyunları koruma bahanesi ile milletimize havlamakta bazı kendi devlet erkanımızı kullanabilmişlerdir. Umarım dikkatinizi çeker bir daha düşününün.



Bugün ümraniye soruşturması ve örgüt kurmaktan davası devam eden Türk ortadoks kilisesinin sözcüsü sayın sevgi erenolun Misyonerliğe karşı verdiği mücadeleyi çok iyi bilen bir müslümanım. Yaptığı konfrenaslarda dinlediğim sayın erenolun müslüman olmasından bile şüphe duydum. Nedeni Türk milletinin hristiyanlaşmasına neden karşı çıkmasıdır. Sevgi Erenol iki konuyu hep öncelik vermiştir. Birincisi Türk milletinin hristiyanlaşmasın engellemek ikincisi fener rum patriğinin faaliyetlerinin Türk devletine zarar vermesini engellemekti. Zaten Atatürk'ün de bu kiliseye önem vermesinin en büyük sebebi de fener rum patrikhanesinin zararlı faaliyetlerini önüne geçmekti. Ne söylemişti sevgi erenol konfreanslarda iyi okuyup sorgulayalım.



Ne dememi bekliyorsunuz ki, Kişi büyük kitlesi Müslüman olan Türk milletinin Hıristiyan bir ferdi.

Rus Ortodoksları da Rum patriğini tanımak istemiyor Türk kilisesinin de bu açıdan bir fark yok. Müslüman milleti incitmek istememesi de zaten anlaşılabilir bir durumdur. Kendisini tanımlama imkânı bulunamamış ve tercümesinin yapılmasına bile izin verilmeyen asıl anlamı dışında maksatlı olarak da kötü bir yorumla kullanılan Laiklik adlı Yunanca, Latincede de kullanılan bir kelimeden üretilmiş Truva tahta atının değişik bir versiyonuna gizlenip ülkemizi ellerine geçirmiş olanların kendilerini Müslüman Türk milletinden koruyarak batılılara hizmet edişlerini de dikkate almanızı tavsiye ederim. Devletimizin içine düştüğü aciz içine Başka dinlere saygılı Müslüman halkın desteğini de arkasına alamadığı için devlet bu konuda Türk Ortodoks kilisesinin himmeti ile Rumlara karşı cılız bir müdafaa hattı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu da bizim devlet kurmaylarımızın İngiliz Siyonist ve batılı diplomatlar karşısında hem donanım ve kabiliyet eksikliklerini, hem de arkalarında gerçek anlamda milli destek olmadığından içine düşürüldükleri yürekler acısı bir zavallılık halinin delilidir. Üzülmemek elde değildir. Aslında bu durum karşısında saçımızı başımızı yolmamız gerekmektedir.


'Türkiye'de Misyonerlik Faaliyetleri' konulu konferansta konuşan Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Sevgi Erenerol, açılması gündeme gelen Heybeliada Ruhban Okulu'nda militan yetiştirilip, Anadolu'ya yayılacağını öne sürdü. Erenerol, ''Yunanistan'da bir papaz okulu var, isteseler oradan öğrenci yetiştirip getirebilirler. Ama amaç papaz yetiştirmek değil. Orası onların Osmanlı'dan beri harp okullarıydı, orada militan yetiştiriyorlardı. Bu şekilde okulu tekrar faaliyete geçirip, Anadolu'nun her tarafına bu yetiştirdikleri papazları göndermeyi düşünüyorlar. Bu şartlar altında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin buna amin demesi mümkün değil. Ne yazık ki son günlerde yurt dışı baskılarıyla, Avrupa Birliği'nin ilerleme raporlarında, Amerika'daki din ilişkileriyle ilgili hazırlanan raporlarda devamlı ruhban okulu meselesi konu ediliyor. Resmen bir dayatma başladı bu konuyla ilgili olarak. Türkiye'nin baskılardan kurtulması için yetkililer okulu açmaya sıcak bakıyorlar.



Birde Şöyle bakınız. Alman Prensi Prens Bismark dünyayı güzel bir kadına benzetir, Anadolu ve Rumeli o kadının uçkurudur. Ve boğazlarda o uçkurun düğümü. Uçkuru ve düğümünü elinde tutan o güzel kadına sahip olur demektedir..

Bir İngiliz generali de bana Türk askerlerinden bir alay asker verin dünyayı fetih edeyim der.

Bir alayı ile dünya fethine çıkılabilecek kabiliyetteki askerimizin bu gün içine düştüğü milletten zihin yapısı ile de ayrı düşmüş, gerçek entelektüel savaş zekâsından çıkıp siyasetin en aptalcası olan milleti ile kavgaya girip onu kendi dar anti yeniçeri akıllarınca batılıların istediği şekilde iğdiş edip hizaya getirmek gibi saçmalıklar ile uğraşmalarına da dikkat etmeleri gerekmez mi?

Orada İstanbul Vardır. Haşmetli Roma imparatorluğunun da Asya ya Afrika ya bakan yüzü, doğu romanın da batı dünyasının ve Hıristiyanlık aleminin de nadide incisi.

İstanbul’u kaybetmiş olmayı batı asla içine sindiremedi ve halada sindiremiyor. Ve kesin olarak bilin ki bundan sonrada on bin yılda geçse asla da sindiremeyecektir. Patrik hane Bize bağlı olarak Batı dünyasına karşı direncimizi artıran bir kuruluştu. Halifeliğin merkezi olan İstanbul da Halifelik durdukça bir zenginlik ve özellikle hilafetin himayesinde Katolik dünyasına karşı desteklenmesi gereken bir merkezken Biz onları Katolik dünyasının ellerine ittik ve kaybettik. Tıpkı bizi güçlü kılan diğer arka bahçelerimizi de kayıp ettiğimiz gibi. Bu kafa yüzünden Kürtlerimizi de nerde ise Ermenilerimiz gibi kaybetmeye doğru gidişimiz gibi. Küçülerek kartopu gibi erir ve biteriz. Ama büyüyerek güçlenmek için düşman değil dostlar üretmek zorundayız.

Ben bu konuda içinde Vatikan gibi özerk ama bizim ülkemizde ve bizim kontrolümüzde yapılandırılacak bir Hilafet makamının da içinde düşünülmesi gereken büyük bir siyasi paket olarak yeniden ele alınıp incelenmesi gereken bir konu olarak ayrıca ve titizlikle konunun ele alınıp incelenmesi gerektiğini ülkemizi kilitleyen kilidin buradan açılabileceğini düşünüyorum. Bu konuda yetkinin hala yasal olarak TBMM de bulunduğunu da Hilafeti ilga kanunundan biliyoruz. İşte belki Atatürk’ün gizli gelecek (istikbal) siyaseti de o ilga kanununun Boş sözler ile bir sonuç almak veya bir yere varmak mümkün değildir.


Erenerol, İstanbul'un bir Amerikan çetesi tarafından 3'e bölünmek istendiği iddiasında bulundu. Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde, bu olayın basına da yansıdığını hatırlatan Erenerol, şunları söyledi:
"Amerika'nın başındaki çetenin bütün istediği, İstanbul'un 3'e bölünmesi. Bir zamanlar 50 milyar dolar teklif etmişlerdi. İstanbul eğer 3'e bölünürse, daha rahat idare edilir düşüncesindeler'' diye konuştu.



Yukarıdaki sözleri yazınızın burasını okumadan yazmıştım. Evet, bu konuda İstanbul’u temelli geri almanın yollarını Batı sürekli düşünmektedir. Bu yüzden beş altı yüz yıllık bir plan uygulanmış ve bu plan hala güncellemeler ile sözde Atatürkçülük kisvesi altında gizlenen bazı güçlerce de bazen ters köşe oyunları ile sun’i irtica hareketleri yaratılarak desteklenmektedir. Bu nu sürdürme çabaları ise asla son bulmayacaktır.


Son yıllarda yabancı dil öğrenilmesi için herkesin İngilizce'ye yönlendirildiğini belirten Erenerol, ''Sadece okullarda değil, mecliste bile milletvekillerine dersler veriliyor. Amaç, Türk insanının bilgili olması, lisanlar bilmesi değil. Yarın öbür gün efendiler emrettiğinde, biz köleler, onların emirlerini yerine getirirken konuştuklarını anlayalım diye. 100-150 kelimelik İngilizce öğrenmek için mecbur ediliyoruz. Din de aynı durumda. Onların bir tek dini var, bütün insanlığı o dine yönlendirmektedirler.''



Dil bilmek iyidir. Bir dili bilenler o dilin sahipleri gibide düşünmeyi öğrenirler.

Bu bazen çok yararlı bazen de kendisine yabancılaşmaya varan bir dozda olursa zararlıdır. Bizim yabancılaştırılmış aydınımız için zararı faydasından fazla olmuştur. Bu yüzden dil öğrenmeyelim demek de mantıklı olmaz. Dil öğreniminde o dilin sahiplerine karşı kendi kültür kaynaklarına yeteri kadar hâkim durumda olan her bilim dalından kişilerin teşvik edilerek güçlü bir savunma hattı oluşturulması gerekir. Kendi kültürlerinden yoksun kaldıkları için yabancı kültürler karşısında ezik ve ya özentili kişilerin Diplomasi başta olmak üzere bazı mesleklerde başarılı olmaları mümkün olamayacağı için en azından muhataplarının kendi kültürlerine hâkimiyeti düzeyinde kendi kültürümüzle teçhiz edilmiş olması mutlak olarak sağlanmalıdır. Bu okulda çocuklara Türküm doğruyum okutmakla mümkün değildir. Mümkün olmadığı da meydandadır. Kendi kimliğimizi yabancılardan dinlemenin utancına da artık bir son verilmelidir.



Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Sevgi Erenerol, konferansta son olarak, Trabzon'daki Pontus faaliyetlerine değindi. Yunanistan'ın organize ettiği ekipler tarafından yıllarca Pontus faaliyetleri yapıldığını, bunun önüne ise Jandarma Komutanlığı ekiplerinin geçtiğini söyleyen Erenerol, ''Trabzon'daki Pontus faaliyetleri, Yunanistan'ın özellikle organize ettiği ekiplerce yıllarca yapıldı.
Meşhur bir yazar vardı, Yorgo Andiaris. Bir yıl içerisinde 47 kez Trabzon'a gidip geldi. Ancak 48. kez bizimkiler uyanmışlar, sen niye gidip geliyorsun diye sormuşlar ve ondan sonra da müsaade etmemişler. Ama o, birçok çocuğu kendi ülkesine götürüp devşirdi. Şu an Jandarma Komutanlığı'nda bazı yetkililer, bu konuya çok duyarlı davranıyorlar. Oradaki çalışmaların büyük bölümünün önü alındı'' diye konuştu ' dedi.
Ayrıca bir çok papaz ve rahip gizli müslüman olduğunu yazmışsınız. Hem papazlık yapacak hem de müslüman olacak. Neden müslümanlığını gizlesin papaz çıkar ben din değiştilmesinde sakınca yoktur batılı ülkelerde siz çocuk my kandırıyorsunuz. Şimdiye kadar papaz olup müslüman olup müslümanlığı seçenlere ne oldu ki gizleniyor. Bunlardan birisi Abdullah palazoğlu birisi de hacı ismail bunlar gibi niceleri var. Brezilyalı hazı ismail dinler arası diyalog için ne diyor bakalım.



Daha öncede söyledim. İnanmadığım ya da örneklerini bilmediğim bir şeyi yalancı ve aşağılık kişilere benzememek için asla söylemem.

Kimseyi kızdırmak gibide bir huyum yoktur. Yıllardır yazıyorum Kimse bana kendileri yalancı olan şarlatanlar dışında ispat edecek şekilde yalancı demedi, diyemedi. Öyle bir âdetim asla yoktur. Herhangi bir konuda yanılmış olabilir fark edersem ya da uyarılırsam derhal düzeltir ve özür dilerim. Belçika da tanıdıklarınız varsa bir sorun bakalım kaç tane küçük kilise Türklere cami ya da mescit yapılmak üzere satıldı.

Birde benim, bende kendi adıma bireysel olarak diyalogculuk yapmıştım başlıklı yazımı okumadınızsa bulup yeniden gönderebilirim.

Ömrü Rahip ya da Papaz olarak geçmiş ve başkada ekmeğini kazanacak bir durumu olmayan bir kişinin ben Müslüman oldum demesini siz çok kolay sanıyorsunuz galiba. Bu batıda sıradan insanlar dışında kalan kişiler için öyle Türkiye’deki kadar kolay söylenebilecek bir söz değildir. Sıradan insanlar bile pek çok dışlanma ve baskıyı göze almak zorundadır.

Hikâyenizin diğer kısmı için Trabzon da ve Malatya da öldürülen rahipler için oh olsun, öldüren içinde aslanım benim dememi bekliyorsanız, yanılırsınız. Ben o derecede kendi inancından şüpheye düşüp kimliğini vurup kırmakla kanıtlama çabasına düşmüş aciz, aşağılık ve bağnaz bir kimse değilim. Devletin aldığı yasal önlemlere bir şey demem söz konusu olmaz ama katil çocuğa gerçekten çok üzülüp acımama rağmen aferin diyemem. Keşke o çocuk yerine onu yönlendirenler cezalandırılsa idi diyebilirim. Tabi gerçek katil o ise ona da tam inanamıyorum ya ne ise. Zaten bu konularda sözün şahını Bayan Dink söyledi. Masum bir bebekten katil yetiştirmek sözleri ile. Kendisini bu sözleri ile ırk ve din karıştırmadan sadece katil yetiştirmeyi marifet sayan aşağılık kişileri deşifre ettiği için kutluyorum.


"Dinlerarası diyalog bu imkansız bir şey. Çünkü İslam haktır, diğer dinler ise batıldır, hak ile batıl hiçbir zaman bir araya gelemezler. Müslümanlar İslam’la Hıristiyanlığı birbirine yakınlaştırmak yerine insanlara İslam’ı ulaştırmalılar.



Müslümanlar dini sadece tebliğ eder ötesine karışmazlar. Dinde zorlama yani ikrah ettirmek yoktur.

Hayat herkesin herkesle diyaloglarının toplamıdır dersek pek yanlış olmaz sanırım.

Eğer diyalog diye bir yol olmasa idi dünya bitmez tükenmez savaşlar cinayetler kavgalar sonucu sürekli kaos dan ibaret olurdu. Kimsenin kiminle diyalog kurduğuna karışamayız. Onaylar ya da karşı oluruz. Ama onunla ben küsün sende küs diyemeyiz.


Vatikan bu dinler arası diyologu için yaptığı çalışmalar aracılığıyla İslam’ın yayılmasını engellemek istiyor. Çünkü insanlar İslam’ın diğer dinlerden farklı olduğunu anlıyorlar ve bu nedenle İslam’a giriyorlar. İslam, bu hızla yayılmaya devam ederse 150 yıl sonra Avrupa’daki en büyük din olacak ve Latin Amerika Ülkeleri İslam’ın merkezlerinden biri haline gelecek." Demekki senin övdüğün şahış ne yapıyormuş neye hizmet ediyormuş onların içinden gelen müslüman olmuş papaz söylüyor.



Faraziyeler üzerinden hüküm ihdas edilemez. Siz böyle yapıyorsunuz. Üstelik o kişiyi onaylayıp onaylamadığımı sormuyorsunuz. Sizin onu taşlamanızı insafsız ve abartılı bulup karşı görüş belirtenlere, hemen senin adamın diye hitap etmeye başlayarak konuşma terörü şeklinde bir baskı oluşturuyorsunuz. Bu ülkede bir kesim bunu taktik olarak benimsemiş her eleştiriyi devlet düşmanı ordu düşmanı vs. gibi hemen tehdit içerikli baskı ile susturmak istiyorlar. Halkımız artık bunu öğrendiği için bu taktik artık sadece uygulayanın fikir kapasitesinde kuşku yaratmak dışında bir işe yaramıyor. Belki de aklından zoru olan biri denilip umursanmaz oluyor. Bende bu tip bir diyalogu yersiz ve faydasız bulabilirim. (ilginç olan düşüncelerimden dökülen bu diyalog kelimesi aslında bunun günlük hayatımızın bir parçası olduğunu da ortaya koyuyor)


Ayrıca uzun süredir bir kampanya vardı ingiliz kraliyet ailesi aslında müslüman, fakat gizliyorlar hele dıananın kocası evliya diye söylenirdi. Diana acaba ölürken yanında hangi müslümanın karnında çocuğunu taşıyordu. Hala ölümü şüphelidir prens diananın değilmi. Şimdi de rota değişti ABD başkanı barack obama, dün haber 7den ünal tanık kanal t'de ki konumasında ABD'nin siyaseti değişmez lakin liderlerin tutumu farkı vardı. Bush sert yöntemle yapar obama gülerek yapar farkları yok dedi. Demekki pozisyon hep aynı giren biizm millete giriyor.
Çağdaş yaşam destekleme derneği halkında söylenenleri inanmıyorum. PKKlı öğrencilere burs verildiğini bugün Türkan SAYLAN şiddetle karşı çıktığını ve nasıl burs verdiklerini anlattılar. zaten rahmetli necip hablemitoğlu'nun köstebek kitabında bu olayları deşifre edilmektedir.Siz sevdiğiniz kişilerin aralarına kötü niyetli kişilerin sızmasından bahsediyorsunuz neden bunlar için aynı şeyleri söylemiyorsunuz. Eğitim konularında samimyetlerini biliyorum. Sizin gibilerin kötü imaj gibi yaratmak için yaydıkları dedikoduları doğruluğunu ispatlamak için bulunduğum şehirde bu derneğin yöneticlerine giderek bir baş örtülü kıza burs verdiğimi bu bursun sizin aracığınızla vermek istiyorum isteğime karşılık olumlu cevap verdiklerini gördüm. bundan dolayı bu dernek için her gün e-posta adresime düşen bunları karalayan e postaları gülüp geçiyorum. Çünkü müslüman insan sorgulayan kişidir. Kendilerine altenatif çıkmış kuruluşları tabii ki karalayacaklar, yarın bunlar dünyanın her yerinde göstermelik olmayan sadece iki saat seçmeli türk dersi verilen ingilizce dille eğitim veren sözde Türk (?) okularına altenatif tamamen Türkçe dille eğitim okullar açarsa diğerlerinin maskeleri ortaya çıkacak değil mi Ahmet bey.
Ahmet bey biz rahmetli Türkeş'in karşısında dizinde ders almış öğrencileriyiz. Bir şeyi araştırırken arkasına bakmayı şiar edindik. eğer müslüman isek sorgulamadan kesinlikle hakkında bir karar vermeyiz.
Saygılarımla



Konuyu bu kadar yayarsak tüm diğer işleri bırakıp bu konuya yoğunlaşmamız gerekir. Bence işin bu kısmını mahkemeye bırakalım. Başörtülüye burs vermemesi başka bir şey, Kızını ziyarete gelen kadının başörtülü olmasından dolayı kızın bursunu kesip gidecek bir yeri olmayan kızı anında yurttan atmak başka bir şey. Bize rağmen bu ülkede hiç himse bir şey yapamaz diyebilecek desteği nerden aldığını sorgulamak ise çok daha önemli bir şey. Haklı olarak bunları ideolojik olarak değil böyle bir şeyi hangi sömürge valisin sekreteri bile bu açıklıkta açıkça ifade edebilir. Bunlar kimdir diye sorgulamak ise çok daha önemli ve ayrı bir şeydir.

İngiliz kraliyetini magazin olarak tartışmak yerine Kraliçe bu yaşında ülkemize neden geldi ve geceyi İstanbul da dünyanın en lüks otelleri varken neden işgal gemilerinden en büyüğünün yerine demirlemiş kendi savaş gemilerinde geçirdi diye düşünüp beyin jimnastiği yapmak da daha başka bir şeydir.

Saygı bizden efendim

A.D.Şimşek

Hiç yorum yok:

Bookmark and Share