Ezilenlerin Rabbi Adıyla,
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Ön Söz:
Bu bildiri Asurluların, Babillilerin ya da Romalıların kutsal toprakları işgal edip Yahudileri perişan ettikleri bir zamanda yazılmamıştır. Ya da Yahudilerin Müslümanların himayesinde sükûnet içinde yaşadığı 1150’li yılların Endülüs Emevi Devleti’nde yazılmış değildir. 1600’lü yılların Osmanlı İmparatorluğu’nda veya 1940’ların Hitler Almanyası’nda da yazılmış değildir. Zamansız ve coğrafyasız olup pratik hayata zalimâne bir şekilde aktarılabilecek gayr-ı meşru bir düşünce de içermez. Bir başka deyişle burada ifade edilecek düşünceler, Yahudilerin Müslüman olmayanlardan zulüm ve baskı gördüğü ya da Yahudilerin Müslümanların yönetimi ve yasaları altında huzur ve barış içinde yaşadığı ve onların zayıf ve güçsüz olduğu bir ortam ve çağda yazılmamaktadır. Bilakis bu bildiri, haçlı batının da desteğini alarak ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri yollardan dünyaya egemen olma hedefinde ciddi bir yol kaydeden Yahudilerin en güçlü olduğu, bu güçlerini sonuna kadar kullanarak hukuk ve adaletin zerresini gözetmeden Müslümanlara her yolla zulmettiği bir coğrafya ve zamanda yazılmaktadır.
Temeline kaynaklık eden şey Kur’an’ın Yahudi ve de İsrailoğulları ile ilgili olan ayetleri ve önderimiz Muhammed Aleyhisselam’ın Yahudilerin karşısındaki sünneti olduğu için bildirinin;
1- İslami açıdan hükmü: Meşrudur. Özellikle bu zaman ve coğrafyada fazlasıyla meşrudur. Kaldı ki yahudilerin bir zamanlar yaşadığı Endülüs Devleti’nde yaşanıyor olsa bile yazının ana hedefi değil ama onun ayet ve sünnete dayalı yorumu yine meşrudur. Çünkü aksi ispatlanmadığı sürece Kur’an ve sünnetin herhangi bir parçasıyla çelişmeyen ayet ve hadise dayalı bir yorum da hiçbir mekân ve zamanda gayr-ı meşru olamaz.
2- Hedefi: Allah’ın rızası yolunda müslümanlara zararı olmayıp kâfirleri kızdıracak her eylemin “salih amel” kategorisinde görüleceğine inanan müslüman olarak bildirinin en küçük ve en hafif gayesi bu savaş ortamında kâfirleri kızdırmak –(Onların) kâfirleri 'kin ve öfkeyle ayaklandıracak' bir yere ayak basmaları yoktur ki karşılığında salih bir amel yazılmamış olsun, tevbe 120 -, ana yani bildirinin yazılmasına neden olan hedefi ise öncelikle müslümanlar olmak üzere Yahudilerin insaları etkileyen gücünü “Yahudi Devleti” ile birlikte ortadan kaldırmaktır. Biz müslümanlar; İsrailoğulları’nın yahudi psikolojisi veya tevrata dayalı bir inançla, değil dünyanın herhangi bir yerinde devlet kurmalarını, onların en küçük bir toplulukta bile kendileri dışındaki insanları etkileyebilecek bir kararı alma gücüne sahip olmalarını bile Kur’an ve Sünnet’ten dolayı gayr-ı meşru sayıyoruz.
3- Muhatabı: Müslümanlardır. Yahudi Karşıtlığı Yahudiler’in ortaya çıkış tarihinden beri Allah’ın elçilerine ve mü’minlere karşı takına geldikleri tavırlarının şuuruna, Hz. Peygamber’in Mekke’yi fethetmeden önce onlarla eşit şartlarda ve güçte yaşadığı ortamdaki müslümanlara karşı tutumlarının farkına, Mekke’nin fethedilmesiyle birlikte hem Hz. Peygamber tarafından ilk kurulan İslam Devleti’nde hem Endülüs’te ve hem Osmanlı İmparatorluğu’nda müslümanların himayesi altında yaşadıkları dönemdeki davranışlarının fazlasıyla bilincine ve son olarak “Yahudi Devleti”nin ortaya çıkmasıyla birlikte güçlenen yahudilerin müslümanlara uyguladıkları şiddet, zulüm ve soykırımın “aynel yakîn” derecesindeki bilgisine sahip müslümanların öncelikle imanı ardından vicdanına seslenir.
4- Tepkiler Karşısındaki Tavrı: Müslüman veya değil, hümanist veya değil, barışçıl veya değil, iyiniyet çerçevesinde veya değil, bu zaman ve coğrafyada Kur’an ve Sünnet kaynaklı olmayan hiçbir tepkiyi ve karşıt düşünceyi kaale almaz, ciddiye almaz ve muhatap kabul etmez. Gücün ve silahın da desteğiyle verilecek tepkinin boyutu ne olursa olsun vahiy kaynaklı olmayan hiçbir tepki bu fikrin meşruluğunu ortadan kaldıramayacağı için fikrin kendisini de ortadan kaldıramaz. Bu fikrin yokedilmesi için Kur’an ve sünnetin ortadan kaldırılması gerekir ki böyle bir güç şu ana kadar olmadığından dolayı verilecek tepkilerin tamamı “semitist (!) nakaratlar” ve “yahudi psikolojisinin klişeleşmiş refleksi”nden öteye geçemez. Bu bildiride yeralan düşünceler klasik bir yahudi düşmanlığını değil sıradışı bir “yahudi karşıtlığı”nı ifade ettiğinden dolayı, bildiriyi karşısına alarak “yahudi düşmanlığı karşıtlığını” yapmak savanda su dövmektir. Bildiri bu tür tepkilerin hiçbir zaman muhatabı olmayacaktır.
5- İlham Aldığı Gücü: Şartlar ve zaman ne olursa olsun Allah’ın mü’min topluluklara yağdırdığı kesintisiz yardımı, mü’minlerin geçmişte küfür topluluklarla yaptıkları savaşlarda aldıkları galibiyetin temeli olan iman, Kur’anda ve Sünnette Şeytan Ordusu’nun Allah’ın Ordusu karşısındaki ezik ve aşağılık olmasına neden olan Allah’ın ve mü’minlerin izzeti ve Hz. Davud’un bir taşla Calut’a indirdiği darbenin arkasındaki güç. Bunun yanında en güçlü dönemlerinde İsrailoğulları’nın Kur’an’da vaadedilen ikinci yenilgisi –İsra 7-, her devletin bir insan gibi kendisi için Allah’ın belirlediği bir eceli olduğu hakikati, “yahudi devleti”nin kurulduğu günden beri azalacağına zaman geçtikçe artan yokedilme korku ve endişesi, sadece imandan kaynaklanan bir güçle Lübnan’da Hizbullah ve Gazze’de HAMAS’ın “yahudi devleti karşısında” aldığı galibiyet ve Yahudiler’in tağut ve batıl yolunda müslümanların ise tevhid ve adalet yolunda savaşmalarıdır.
6- Gerekliliği: Meşru bir zarurettir. Özellikle Filistin’li müslümanların 1940’lardan başlayıp yaklaşık 70 yıldır devam eden içler acısı mağduriyeti “Yahudi Devleti” ve onu destekleyen diğer yahudilerle mücadele etmenin –coğrafya ve zamana göre çeşitli yollarla- her müslüman için farz-ı ayn olduğu Kur’an ve sünnete göre bir hakikattir.
7- Geçerliliği: Sadece Filistin’in Kutsal Toprakları’nda değil dünya genelindeki tevrata dayalı “yahudi psikolojisi”nin insanları etkileyen gücü varolduğu ve kırılıp yokedilmediği sürece bu bildiride belirtilen anafikir gücünü Kur’an ve sünnetten alarak geçerliliğini sürdürür. Taki “Yahudi Devleti” ortadan kaldırılana ve dünya genelindeki “yahudi gücü” kırılana dek.
8- Mesajı: Bu bildiri, Allah’ın izni ve yardımı ile “Yahudi Devleti”nin sonuna işaret ettiği kadar yahudilerin dünya genelindeki gücünün kırılacağının ayak sesleri olacaktır.
Tanım
“Yahudi Karşıtlığı”, yukarda ifade edildiği gibi “semitist klişeleri karşısında bulan klasik bir yahudi düşmanlığı değil, dünya genelinde gücü elinde bulunduran ve muharref tevrat kaynaklı inancı olup gücü en zalim haliyle kullanan İsrailoğulları ve onların taşeronlarının karşısında izzetle durmak, bu gücü kırmaya çalışmak ve dünyayı bu lanetli güçten kurtarmaya çalışmak demektir. Bir başka deyişle “Yahudi Karşıtlığı” yahudilerin değil yahudi gücünün karşısında olmak demektir. Müslümanların inancına kaynaklık eden olgu Kur’an ve sünnet olduğu için ve bu olgular, Yahudilerin elinde bulunup diğer insanları etkileyen hiçbir gücü meşru görmediği için, “yahudi karşıtlığı”, elinde bir güç bulunup onu hiçbir zaman adalet üzere kullanmayacak olan bir yahudinin gücünü ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bu bağlamda “yahudi devleti”ne zorla göç ettirilen zayıf bir yahudi “yahudi karşıtlığı”nın muhatabı olmadığı gibi, İran’ın, İslam veya Arap Dünyası’nın egemenliği altında vatandaşlık sözleşmesinin ilkeleri doğrultusunda yaşayıp elinde diğer insanları etkileyecek bir güce sahip olmayan hiçbir yahudi de bu bildiride ifade edilen “yahudi karşıtlığı” tanımının içinde yeralmaz.
“Yahudi Karşıtlığı” en yalın haliyle, Önderimiz Muhammed Aleyhisselam’ın Medine’ye göç etmesinden sonra, O’nun başta Rume kuyusu olmak üzere yahudilerin elinde bulunan ve hayati öneme haiz olan diğer içme suyu kuyularını Müslümanların eline geçirme isteği ve bu hedefi gerçekleştirmek için izlediği yolu ifade eder.
Böyle bir “yahudi karşıtlığı”nın karşısında kim duracaktır? Elbette öncelikle yahudiler, büyük bir oranda yahudilerin dostu olan seküler hristiyanlar, yahudi devletine hizmet eden yerli işbirlikçiler –hükümetler, şirketler, dernekler, kulüpler, vakıflar..vb- ve Kur’an ve sünnet’ten bihaber olup dalgın ve kendi benliğine yabancılaşan kalbi ve zihni laik insan hakları anlayışıyla işgal edilmiş müslümanlar.
“Yahudi Karşıtlığı” bir ırkın karşıtlığı olmadığı gibi, Kur’an’da iyi olarak zikredilen musevi israiloğulları’nın karşıtlığı da değildir. Bu bağlamda yahudiliğe ve dünya genelinde “yahudi psikolojisi” ile yaşayan insanlara hizmet eden kavram ve söylemler –anti semitizm gibi- sözümona Sami ırkınının haklarını korumak içinse, bildirinin hiçbir cümlesi bu ırkın haklarına karşı olarak gösterilemez. Yok anti semitizm, yahudilerin güç sahibi olma yolundaki emellerine karşı duranlara mücadele etmekse bu bildiri tamda bu yahudiler için mücadele edenlerin karşısındadır. Eğer semitizm, Sami ırkının haklarını korumaksa o takdirde Sami ırkının büyük bir kısmını oluşturan müslüman arap halkının yanında yeralıp bu ırka zulmetmek için güç artırma yolunda olan yahudilerin karşısında durmuş olan bu bildiri, “semitist” olmayı fazlasıyla hakeder. Çünkü “yahudi karşıtı” bildirisi bu takdirde, elinde güç bulunup o gücü, Müslüman Araplara zulmede gelen “Yahudi Devleti”nin faydasına kullanan her Yahudiyi “anti semitist” olarak ilan edip bu güçle savaşması demektir.
Eğer anti semitizm; günümüzde güçlenmiş yahudilerin karşısında duranları tanımlayan bir kavram ise o zaman bildiri; anti-anti semitist olan her insanı yahudilerin birer uşağı haline gelen “semitist insan” olarak ilan eder ve onların karşısında antisemitist olarak durduğunu ifade eder. Eğer antisemitizm yahudi düşmanlığının düşmanlığı ise bu takdirde antisemitizmle mücadele edenlerin hangi yahudilerin hakları için mücadele ettiklerini açıklamaları gerekir. Bu kavramdan tüm yahudiler kastediliyorsa bu bildiri onlar için fazlasıyla anti-semitisttir. Eğer zayıf bırakılmış yahudilerin hakları sözkonusu ise bildirinin, bu hakların karşısında olan herhangi bir amacı yoktur. Yok, antisemitizm, Müslüman bedenlerin Yahudiler tarafından parçalandığı bir dönemde yahudilerin hakkını her durumda savunmak ise bu bildiri bu tip insanları “şaşkın ve dalgın semitist” olarak ilan eder ve onların karşısında bir dik bir duruş içinde olduğunu ifade eder.
Özetle bildiri, adından da anlaşılacağı üzere güçlenmiş yahudilerin karşıtlığı demektir ki bu karşıtlığın karşısında yeralan -örneğin bedevi Müslümanlar- herkesi, “yahudi karşıtlığı”na karşı semitist reflekse tutulmuş bir hasta olarak görür. Yahudi düşmanlığının düşmanlığını yapmak, Nazi Almanyası’nda veya bir zamanların Batı Avrupa Ülkeleri’nde anlamlı olabilir ama “yahudi devleti”nin müslüman filistin halkına karşı soykırıma giriştiği bir zamanda “yahudi karşıtlığı”nın karşısında durmak korku, endişe veya bir başka duygunun içinde olan bir insanın şuuraltına işlemiş basiretsiz bir refleksidir. Bir başka deyişle “Yahudi Karşıtlığı Refleksi” yahudilerin, karşılarında duran insanlara nüfuz etmek için geliştirdikleri söylem ve eylemlerinin tabiri caizse büyülü bir şekilde ruhlarına nüfuz etmiş kirli duygularını ifade eder.
Yanılsama 1: “Yahudi Karşıtlığı Refleksi”
Yahudilerin yaklaşık 120 yıldır dünya genelinde sürdüregeldiği anti-anti semitist yani yahudi karşıtlığının karşıtlığı –kısaca YKK- propagandası hayret edilecek şekilde başarıya ulaşmış durumdadır. Bu öyle bir başarı ki kamuya açık – ikili konuşmalarda ya da kapalı mekânlarda değil- bir yerde dile getirilen yahudi karşıtı bir söylem muhatapların bilinçaltındaki YKK duygusunu alevlendirmekte ve onların bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tepkilerine maruz kalmaktadır.
Çok değil 2003’te başlayıp hâlâ süregelen Irak İşgali’nin -başlangıcından sadece bir yıl sonra- İslam ve dünya kamuoyunda haber edilmesinde, yorumlanmasında, analiz edilmesinde kullanılan dilin Şii-Sünni eksenli olması, vahdeti İslam’ın bir şiarı gören ve azınlık olan Müslüman bir grubun dışında kimseyi rahatsız etmemişti. Öyle ki böyle bir dil kullanmak haçlı batıdan çok birbirlerine karşı taassup besleyen Müslümanların hoşuna gitmekteydi. Irak’taki Müslümanların Şii ve Sünni kimliğine vurgu yapan “Şii protestocular Sünni camisini ateşe verdi”, “en az 5 Sünni cami kundaklandı”, “Şii militanlar”, “Şii-Sünni çatışması alevlendi”, “öldürülenlerin hepsinin adı Ömer’di”, “Sünnilerin veya Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgede patlama oldu”, “Şii âlim öldürüldü”, “Sünni âlim belirsiz kişilerce kaçırıldı” gibi cümleler özellikle İslam Dünyası’nın haber dilinde kullanılmaktaydı.
Şimdi böyle bir dilin karşısında durmayan, durmak istemeyen, duranları eleştiren bir İslam anlayışı, “Yahudi Devleti”nin Müslümanlarla savaştığı daha kötüsü onlara zulmettiği bir ortamda “Yahudi” tabirini kullanmaktan çekinmekte ve tam da Yahudilerin istediği kavram olan “Siyonist” ya da “Siyonizm”i kullanmaktadır. Neden? Çünkü Yahudilerin hepsi bir değilmiş, içlerinde kötü olduğu kadar iyileri de varmış böyle bir genelleme ırkçı bir duyguyu ifade eden totolojik bir anlayışın ürünüymüş, genellemek yanlışmış. “Yahudiler Müslümanları katlediyor”, “Yahudi askeri Müslüman bir kadını katletti”, “Yahudiler Müslümanlara savaş açtı”, “Müslümanlar, Yahudilere karşı cihad ilan etti”, “Yahudi Devleti tüm Yahudileri savaşa çağırdı” …vb gibi cümleler kurmak çok tehlikeliymiş çünkü Museviler inciniyormuş, Müslüman halkı onlara karşı tahrik ediyormuş. İyi de sevgili Müslüman! Sen Müslümanlar arasındaki iç karışıklıktan söz ettiğinde Şiileri de Sünnileri de toptan itham eden ve onları genelleyen bir dil kullandığında Şii ya da Sünni Müslümanların incinebileceğini hiç düşünmezken Yahudiler için bu inceliğin hikmeti nedir? incelik neden sadece, Yahudiler incindiğinde devreye girmektedir? Hem bizim kullandığım “Yahudi” tabiri, zamandan ve mekândan münezzeh olan Kur’an’ın bir tabiridir.
En gerekli zamanda “insanlar ne der?” endişesiyle Kur’anî bir kavram kullanılamayacaksa, Kur’an’ın Yahudilerle ilgili olan ayetlerini 7. ile 19. yüzyıl arasında yaşamış Müslümanlar için nasıl tefsir etmek gerekir ve bu tefsiri pratiğe nasıl aktarmalı?. Diyelim ki bu ayetleri 20. yüzyılda ortaya çıkan Siyonizm ile ve Siyonist ruhla açıkladık ama Kur’an’ın anlamlandırdığı “Yahudi Psikolojisi”ni sözüm ona Siyonist olmayan Yahudiler için veya 19. yüzyıldan önce yaşamış Yahudiler için geçerli olmayacak mıdır? Kur’an Yahudileşmiş İsrailoğulları’ndan bahsederken tarihte kalmış bir olaya mı vurgu yapmaktadır yoksa muharref tevratın ayetleri üzerinde yükselen veya ayetleri tahrif eden bir psikolojiye mi atıfta bulunmaktadır. Eğer Kur’an ayetleri zaman ve mekândan münezzeh ise bu takdirde Kur’ani kavramlar da zaman ve mekâna göre değişmeyeceği için o kavramların ifade ettiği ruh da değişiklik göstermez. Bu bağlamda milattan önce yaşamış bir Yahudi’nin psikolojisi ne ise 2009’da yaşayan bir Yahudi’nin de psikolojisi odur. Özetle İyi ya da kötü Yahudi’den ziyade güçlü ya da zayıf Yahudi vardır.
Yahudilerden bağımsız ve soyut bir şekilde Yahudilik dinine ilmi açıdan sert eleştiriler yöneltildiği ve ona karşı bir müslüman olarak Kitap ve sünnet kaynaklı bir görüş dile getirildiğinde herhangi bir sorun olmazken, eleştiri bu dine mensup insanlara yapıldığı zaman hem müslümanların hem laiklerin ve hem liberal ve solcuların büyük bir kesimi “anti-semitistlik yapma! Siyonist ayrı yahudi ayrı” söylem ve sloganı üzerine birleşiyor. Bu tür yersiz ve anlamsız bir tepki şu iki durumdan kaynaklanabilir; Ya eleştirilen yahudiliğe mensup olan insanlar, tevrattan ve tevrat üzerine kurulu –aynı klişeler dile gelecek ama tevratın biryerinde öldürmeyeceksin deniliyorsa birçok yerinde kadınlarını, çocuklarını, hayvanlarını dahi öldür denilmektedir!- yahudi devletinden bihaberdirler ya da yahudilerin bir asırdan fazla yürüttüğü YKK propagandası müslümanların zihin ve kalplerine sökülmeyecek derecede başarıyla kazınmıştır. Veya müslümanlar, İslam ve Yahudilik arasında özellikle son yüzyılda süregelen çatışmaları dini duygu ve düşüncelerle yorumlayıp analiz edemeyecek derecede Kur’an’ın ruhundan uzaklaşıp bunun yerine strateji, politika ve diplomasinin dilini kullanacak derecede kültürleş(!)mişlerdir. Eğer müslümanlar için Kur’an, hayatı yaşamanın ve hayata bakmanın bir yolu ise bu takdirde yahudilerin hoşuna gitmeyen ama onlarla ilgili olan ayetleri, özellikle Yahudilerle Müslümanlar arasında bir çatışma yaşandığı ve yahudilerin müslüman kadın ve çocukları kıyımdan geçirdiği bir zamanda, duygu ve düşüncelere yansıtılmayacaksa bu durumda Kur’anın bir kısmı ne yapılmış olmaktadır? Veya şöyle sormak gerekir; Müslüman ya da Yahudi olduğunu iddia eden bir insanın kişiliğini, düşünce altyapısını, duygu ve tepkilerini ve diniyle ilgili olan bir olay karşısındaki tavrını ne belirler?
Aklı başında bilinçli ve benliğinden haberdar olup herhangi bir din, dünya görüşü ya da ideolojiye mensup olan her insan; özellikle kendi dindaş veya yoldaşlarını ilgilendiren bir olay karşısında mensubu olduğu dinin bakışaçısı doğrultusunda tepki vermesi kaçınılmazdır. Çünkü duygu, tepki ve tavırlar insanın kişiliğinden beslenir, kişiliği oluşturan şey ise insanın dini ve inancıdır. Bu takdirde duygusuz ve tepkisiz ya da inandığını iddia ettiği dine karşıt bir duygu ve tavır içerisinde olan insanlar kişiliksizdir bir başka deyişle böyle bir insan boştur, dinsizdir ya da başka bir dine mensuptur. Bu bağlamda müslüman ya da yahudi olduğunu iddia eden bir insan; müslümanlarla yahudiler –elbette insanın din kaynaklı bir tepki verebilmesi için öncelikle meydana gelen olayları siyasi, milli ya da stratejik açıdan değil de dini açıdan en azından anlamlandıracak derecede dindar olması gerekir!- arasında meydana gelen bir savaş karşısında tepkisiz kalması düşünülemezdir, akla ve mantığa aykırıdır. İnançlı bir insan böyle bir çatışma karşısında; olumlu ya da olumsuz, subjektif ya da objektif bir tepki vermeden, düşünemeden, rahatsız, mutsuz, ümitsiz, heyecanlı, ümitli ya da mutlu olmadan duramaz. Çünkü böyle bir insan için din hayattır! Din onun için varoluşun gayesidir!. Sadece ibadetlerinin açıklandığı kitapları bile onlarca cilde ulaşan bir din, haksız yere öldürülen bir mensubunun parçalanmış cesedi karşısında nasıl tepkisiz ve sessiz kalabilir ve nasıl böyle bir olayı kendi ruhu ve dili içinde yorumlayamayacak derecede kuralsız emirsiz ya da yasaksız olabilir?! İslam’ın ya da Yahudiliğin böyle bir olay ya da buna sebep olacak başka bir olay karşısında susması mümkün müdür?
Yanılsama 2: Yahudiliği Siyonizm’e Yeğlemek
Yahudilerin Filistin topraklarında Hristiyan dostlarının öncülüğü ve yardımıyla 60 yıl önce resmileştirdikleri işgalin sebeplerini, Herzl’in “Yahudi Devleti” kitabını karıştırdıktan sonra –henüz kitabın başlığını bile anlama gayreti duymadan- siyonizmde aramaya çalışmak, tevrat kaynaklı aliyah inancının sonucunda yaklaşık 100 yıl içinde 5 –beş- milyon[1] yahudinin Filistin’e yaptıkları göçlerin sebeplerini sorumsuzca ya da incelikle savsaklamaktır. Ki “yahudi devleti” fikrinin savunulduğu ilk siyonist kongre, mevzubahis devlet için toprak arayışına girerken dile getirilen topraklar sadece Filistin değil onun dışında Arjantin, Uganda, Kıbrıs, Umman, Sina –bugünkü Ürdün- da seçenekler arasındaydı.[2] Ama çok geçmeden bu seçenekleri teke indirip “yahudi devleti” fikrinin Filistin toprakları üzerine yoğunlaşmasına yol açan etken, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan Yahudilik’tir. Bir başka deyişle siyonizmin çok seçenekli toprak sorununu sadece Filistin Toprakları ile sınırlayan inanç, Yahudiliğin muharref tevrata dayalı “vaadedilmiş topraklar” inancından başka bir şey değildi. Bu durumda Siyonizmin sözümona zulüm ve baskılar sonucu sadece insancıl temennilerle dünyanın herhangi bir yerinde yahudilerin bir devlet sahibi olma fikrini canavarlaştırıp ne pahasına olursa olsun onu Filistin topraklarının kalbine saplama teorisine dönüştüren etken, Yahudilik inancıdır.
Herzl, Abdulhamit’ten hangi duygularla Filistin topraklarını isteyeceğini ve Abdulhamit’in bu duyguyu anlayacak olmasına rağmen onun teklifini nasıl bir tepki ile reddedeceğini tahmin edemeyecek kadar zekâdan yoksun bir yahudi değildi. Herzl, her millet gibi İsrailoğulları’nın da bir devlete sahip olmalarının tabi hakları olduğunu düşünmüş ve bu düşüncesini tarihte yahudilere en çok yardım etmiş olan bir imparatorluğun padişahına tamamen iyi niyetlerle açıklamıştı. Ki onun aklından geçen devletin yönetimi teokratik değil seküler bir anlayışa dayanıyordu[3]. İşte böyle bir anlayıştan 1940’tan 2009’a kadar Filistin topraklarında gerçekleştirilen; Kral Davut, Deir Yasin, Davayima, Kibya, Kufr- Kasım, Şamu, Sha’a, Suriye, Beyrut, Sabra-Şatilla, Kudüs, İbrahim Camii, Kana, Cenin, Nuseyrat, Lübnan, Beyt Hanun, Refah’taki… vb. katliamı ortaya çıkaran inanç, yahudilerin muharref tevrat inancıdır. Bu minval üzere şu soruyu sorma hakkına sahip olabilmeliyiz; Gazze’de son gerçekleştirilen katliamın mantığını değil bir dinde dünyanın en vahşi ilkelere sahip olan bir ideolojisinde bile bulmak mümkün değilse böyle bir katliama delil olabilecek inanç aşağıdaki muharref Tevrat ayetleri olabilir mi?;
"RAB diyor ki, "İnsanları öyle bir felakete uğratacağım ki, Körler gibi, nereye gittiklerini göremeyecekler. Çünkü bana karşı günah işlediler. Su gibi akacak kanları, Bedenleri yerde çürüyecek. Gazzeliler'in cezasını kaldırmayacağım. Çünkü günah üstüne günah işlediler, Edomlular'a teslim etmek için Bütün halkı sürgün ettiler. Bu yüzden Gazze surlarına ateş yağdıracağım, Yakıp yok edecek saraylarını. Söküp atacağım Aşdot'ta oturanı, Aşkelon'da elinde asayla dolaşanı, Elimin tersini göstereceğim Ekron'a, Yok olacak Filistliler'in sağ kalanları! Deniz kıyısında yaşayan Keret –Girit- ulusunun vay haline! Ey Filist ülkesi Kenan, RAB'bin yargısı sana karşıdır. Hepinizi yok edecek RAB, Ülkede yaşayan kimse kalmayacak” (Sefanya 1:17,Sefanya 2:4-5)
“Bütün kadınları sağ mı bıraktınız? Şimdi bütün erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün. Yalnız erkekle yatmamış genç kızları kendiniz için sağ bırakın.” (Çölde Sayım 31:15,17-18)
Sen benim topuzum ve cenk silahımsın Ve seninle milletleri kıracağım Ve seninle ülkeleri helâk edecegim. Ve seninle atı ve binicisini kıracağım. Ve seninle cenk arabasını ve sürücüsünü kıracağım Ve seninle erkeği ve kadını kıracağım Ve seninle ihtiyarı ve genci kıracağım Ve seninle genç adamı ve kızı kıracağım Ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım Ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım Ve seninle yöneticileri kıracağım. (Yeremya 51:19-23)
“Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavmların şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın..Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin” (Tesniye 10:17)
“Beni tanırsın, ya RAB, Beni görür, yüreğimin seninle olduğunu bilirsin. Kasaplık koyun gibi ayır onları, Kesim gününe hazırla!” (Yeremya,12:3)
“Şimdi git, Amalekliler'e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür." (1. Samuel 15:3)
Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyük baş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler. (Yeşu 6:21)
“Rab şöyle diyor: ‘acıklı ölümlerle ölecekler; onlar için dövünenler olmayacak ve onlar gömülmeyecekler; toprağın üzerinde gübre gibi olacaklar; leşleri de yerin canavarlarına ve göklerin kuşlarına yem olacak” (Yeremya 16:4)
“Yeşu İsrail halkıyla birlikte Kenti aldılar, kralını, halkını ve köylerindeki bütün canlıları kılıçtan geçirdiler. Eglon'da yaptıkları gibi, herkesi öldürdüler; kimseyi sağ bırakmadılar.” (Yeşu 10:37)
Daha buna benzer onlarca ayet (!) barındıran bir din kitabına sıkıca bağlanmış yahudilerin yahudilik inancını belirsiz (!) bir sebepten dolayı es geçerek hedefi siyonizme odaklaştırmak, yahudilerin 120 yıldır başarıyla sürdürdükleri YKK – yahudi karşıtlığının karşıtlığı- propagandasına hizmet etmek değilse liberalleri geçtik ama müslümanların bu şaşkın ve dalgın halini nasıl açıklamak lazım? Ya da gerçekten biz Müslümanların Yahudilerle olan tarihi; laiklerin, liberallerin ve solcuların olduğu gibi 200 yıldan mı ibaret? Veya bizim yahudi psikolojisini anlayabilmemiz için tevratı ya da siyonizmi okuduktan sonra gözümüzü Gazze’ye çevirmemiz mi gerekir?. Eğer birileri yahudi devletine hizmet eden “musevi”, “ant-i semitizm”, “yahudi düşmanı”, “holokost”..vb gibi kavramları bayraklaştırıyorsa bizim de Yahudi devleti ve ona hizmet eden yahudiler karşısında Kur’an ayetlerini bayraklaştırmamız müslümanlara olarak en doğal hakkımızdır.
Sözün Özü: Kur’an’ın “Yahudi Psikolojisi”ne Bakışı
Aşağıda sıralanacak ayetler ve Kur’an’ın bu konuya ilişkin diğer ayetleri şu hakikati ortaya koymaktadır ki o da Yahudilik psikolojisinin binlerce yıl geçmesine rağmen değişim geçirmeden günümüze dek gelmiş olması ve yukarıdaki muharref Tevrat ayetlerinin temelinde Kur’an’ın dile getirdiği bu Yahudi psikolojinin var olmasıdır. Müslümanlar 1400 yıldır bu ayetlere muhatap olduklarına göre, onların Yahudi psikolojisini, İsrailoğulları için sadece bir devlet kurma ülküsü olan Siyonist psikoloji ile açıklama girişiminde bulunmaları, bu durum Kur’an’dan uzaklaştıklarının bir başka göstergesidir. YKK propagandası imanlı kalplere o kadar köklü yerleşmiş ki sanki Müslümanlar, 1940’ların Almanya’sını yönetmiş ve Hitler onlardanmış gibi, sanki Endülüs Emevi Devletini ve Osmanlı imparatorluğunu onlar kurmamış gibi davranmaktadır. Zamanında eğer dünyanın herhangi bir yerinde bir insan Yahudi olmasından dolayı zulüm görmüşse Müslümanlara ne oluyor ki kendi kardeşleri kıyımdan geçirilirken bu zulmü güncelleştirip onları maddi ya da manevi olarak ilgilendirmeyen bir Yahudinin tarihte kalmış hakkını Yahudilerin faydasına olacak şekilde gündemlerinde tutabiliyorlar?.
Müslümanlara ne oluyor ki anti-semitizmi ağızlarına almaktan hayâ etmiyorlar. Onlar 1400 yıllık İslam tarihinde Müslümanların ne zaman Yahudilere zulmettiklerine şâhid olmuşlar ki birilerinin Müslüman hitler psikolojisiyle ortaya çıkmasından endişe ederek Yahudiler karşısında asil ve korkusuz durmaktan imtina ediyorlar?! Gerçekten bu bir hakkın ve mazlumun yanında yer alma tutkusu mudur yoksa bir korku, endişe ya da birilerine yaranma tutkusu mu? Yahudilerin geliştirdikleri yöntem ve kavramları kullanmak Müslümanlar için ne zamandan beri hakkın yanında yer alıp zalimin karşısında durmak anlamına gelmiş? Müslümanlar, Kur’an’a inanan her insanı kendi kardeşleri olarak görüyorlarsa onun Yahudiler tarafından çiğnenen hakkına sahip çıkarken Yahudiye kaşlarını çatamıyorsa bu korkudan dolayı hedef saptırmaktan başka bir şey değilse nedir?. Bir Müslüman kendine – ama sadece kendine- yapılan bir zulüm karşısında Yahudilere yapılacak bir haksızlığı düşünüp dert edecek kadar ince ve hikmet sahibi olabilir ama kendi kardeşi Yahudiler tarafından vahşi bir zulme maruz bırakılırken onun Yahudilere yapılabilecek bir haksızlığın ihtimalini düşünebilme lüksü olabilir mi? Böyle bir incelik, basiretten yoksun bir hikmetsizlik değilse nedir!?
Eğer Kur’an’a inanmıyorsak böyle bir basiretten yoksun olabiliriz ama Müslüman olduğumuza göre aşağıdaki Kur’an ayetlerinden bir şekilde haberdar olmuş olmamız gerekir!;
“Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf edegeldikleri –tartıştıkları, inanmadıkları- şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır”. (Neml, 76)
“«Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz» diyenlerin –yahudilerin- sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!” (ali imran 181)
“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide, 51)
“Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez”. (Maide ,64)
“Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık”. (Nisa, 160-161)
“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da «Biz hıristiyanlarız» diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar”. (Maide,82)
“Yahudiler ve hıristiyanlar «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır.” (Maide, 18)
“Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.” (ali imran 112)
“(Yahudiler peygamberlerle alay ederek) «Kalplerimiz perdelidir» dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.” (Bakara 88)
“Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) «İşittik ve karşı geldik», «dinle, dinlemez olası», «râinâ» derler. Eğer onlar «İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet» deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.” (Nisa, 46)
“Sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yer peygamberleri öldürmeleri ve «Kalplerimiz kılıflanmıştır» demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir” (nisa 155)
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” (Maide 13)
“Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.” (Bakara 61)
“(İsrailoğullarına:) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) Yâ Rabbi bizi affet deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik. Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.” (Bakara, 58-9)
“Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saff, 6)
“İşte, (İsrailoğulları) verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide, 13)
“İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler”. (Maide, 32)
“İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi”.(Araf, 138)
“Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.” (İsra, 4)
Gerçekten bir müslüman, -müslümanların yahudilerden zulüm gördüğü bir ortamda- hakkın ve adaletin yanında yeraldığını iddia edip yahudi karşıtlığından ve İslam’ın yahudilere bakış açısından bahsedemiyorsa Yukardaki Kur’an ayetlerini ne yapmak gerekir? Bir Müslüman bu ayetleri dile getiremiyorsa, bu onun Yahudilere zulmedilir korkusunu taşıdığından dolayı mıdır yoksa kendi başına bir şeyler gelmesinden korktuğundan mı?. Özellikle bu soruyu sıradan ve Kur’an dışında başka bir şey okumayıp yahudiliği sadece Kur’andan öğrenen bir köylü insana değil de modern kültürün eğitiminden geçmiş ve toplum içinde dikkate değer belirli bir yere gelmiş bir müslümana sormak gerekir; Siz kendi öz nefislerinizle başbaşa kaldığınızda günümüz dünyasında Kur’anın ve sünnetin çerçevesi doğrultusunda yahudi karşıtlığı yapamamanızın sebebi yahudilerin başına bir şeyler gelir endişesini taşıyacak kadar ince bir adalet duygusuna sahip olduğunuz için mi yoksa bu söyleminizden dolayı yahudileri karşınıza alma korkusu taşıdığınız için midir? Elbette bu modern dünyada yahudi karşıtı olarak tanınmanın bir bedeli var ama İsrailoğulları ve yahudilerle ilgili olan ayetleri okuduğunuz zaman ne hissediyorsunuz ve bu hissinizi insanlara nasıl aktarıyorsunuz? Eğer Kur’an mükemmel bir tarih kitabı değilse, onun ayetlerini günümüz dünyasına aktarırken veya onları yorumlarken sadece siyonist yahudileri dile getireceksek siyonist olmayan yahudileri –ki bu ucube bir şeydir- veya 6. yy ile 20 yy. arasında –Siyonizmden önce- yaşayan yahudileri hangi kefeye koyacağız? Siz yoksa Endülüsü Emevi Devleti’nde ya da Osmanlı İmparatorluğunun tahakkümü altında ya da bugün Türkiye, İran ve çeşitli arap ülkelerinde yaşayan yahudileri “akl-ı selim” ya da temiz fıtratlı yahudi olarak mı görüyorsunuz? Emevi devletinde de Osmanlı İmparatorluğunda da egemen olan müslümanlar yahudilere zulmetmeden onlarla birarada yaşayabildilerse bu, o dönem yahudilerinin iyi olmasından değil Müslümanların adil olmasının ve Allah’ın şu ayetinin apaçık vukubulduğunun bir göstergesidir;
“Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir.” (Ali imran, 112)
Nasıl yorumlar Kur’an müfessirleri bu ayeti? Biz ne anlamalıyız bu ayetten? Şu değil midir; Kur’an’da ve muharref Tevrat’ta sözü edilen Yahudi psikolojisi, yahudiler başka toplulukların ve müminlerin tahakkümü veya yönetimi altında bulunduğu sürece açığa çıkmaya ve hem kendine hem de başka insanlara zarar vermeye güç getiremez. Bir başka deyişle Yahudiler, hangi zaman ve mekânda olur olsun kendi toplumsal kanun, kural, istek ve arzuları doğrultusunda yahudi olmayan insanlara etki edecek derecede özgür yaşayamaz. Onların özgür olarak, zulmetmeden ve zulme uğramadan yaşayabilmelerinin yegâne şartı başka topluluklarının egemenliği altında yaşamaları ve bastırılmış psikolojilerini dışavuracak herhangi bir güce – siyasi, ekonomik, askeri- sahip olmamalarıdır. Yani onların değil Filistin’de yâda dünyanın başka bir yerinde bir devlete sahip olmaları, diğer insanları etkileyecek herhangi bir kararı bile alabilme gücüne sahip olmaması gerekir. Eğer yahudiler Emevi’nin, Osmanlı’nın, Türkiye’nin, İran’ın, Arap Dünyası’nın ya da dünyanın başka bir ülkesinin egemenliği altında barış ve huzur içinde yaşayabiliyorlarsa bu onların iyi ve salih olmasından değil onların yaşadıkları memlekette diğer insanların hayatını etkileyebilecek bir güç ve nüfuza sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda biz “yahudi karşıtlığından” sözederken elinde insanları ya da insanlığı etkileyecek güce sahip olan bir yahudiden bahsediyoruz. Ki bundan sözetmemizin nedeni de sadece insanlığı bu yahudiden korumak için değil fakat aynı zamanda diğer yahudileri de korumak içindir. Bu bağlamda “Yahudi Karşıtlığı”ndan umduğumuz sonuç yahudileri kıyımdan geçirip mallarına el koymak değildir. En yalın ifadeyle yahudilerin diğer insanlar üzerindeki gücünü ve nüfuzunu kırıp ortadan kaldırmaktır.
Biz Allah’ın sünnetinden ve 2000 yıllık tarihten yola çıkarak şu hakikati dillendirebilmeliyiz; “Yahudilerin elinde bir güç –siyasi, ekonomik, askeri” veya iktidar olduğu sürece bu hem kendilerine hem de diğer insanlara karşı bir zulümdür. Bunun şuuruna varabilmek için illa Musa ile yolculuk yapan hikmetli kulun ferasetine sahip olmak gerekmez. Kur’an mü’minlerin hem yaşam hem de feraset ve basiret kaynağıdır. Yahudilerin yahudi olarak başka insanları etkileyecek en ufak bir konuda karar alma gücüne sahip olmamaları gerektiğine inandığımız kadar şunu da iddia ediyoruz;
İsrailoğulları’nın, yahudi olmadıkları ve tevratı benimsemedikleri sürece –siyonist ya da değil- bir devlet kurma hakları vardır ve tabiidir. Eğer dünyanın çeşitli yerlerinde yönetimi budist, komunist, sosyalist, demokratik, krallık, laik ya da İslami olan devletler varsa pek tabiidir ki bu ideoloji ve dinlere Yahudiliği esas almayan Siyonizmin ilkeleri de eklenebilir. Şu şartla ki bu ilkeler tevrat kaynaklı olmamalıdır.
Yahudi karşıtlığından kastımız budur!.
1. Bölüm için son söz: İzzet Allah’ın ve mü’minlerindir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder