son dakika

MİLLİ GAZETE

4 Haziran 2009 Perşembe

Yahudi Karşıtlığı (2)

-Eylem, Amel, Pratik -

İslam, hiçbir din veya hayat tarzının alternatifi olmadığı gibi Allah’a iman da herhangi bir teori veya inancın karşıtı ya da anti tezi değildir. Tevhid, nasıl şirkin karşıtı değilse Hz. Musa ve İsa’ya tebliğ edilen inanç da Yahudilik veya Hıristiyanlık’ın karşıtı olamaz. Tam tersi, hakikatte; şirk, Yahudilik ve Hıristiyanlık tevhid ya da İslam’ın karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. İslam; itikad, söz, ilke ve esaslar bakımından şirk ya da Yahudilikle kıyaslanmayacak ölçüde daha güçlü ve sarsılmaz bir temele sahiptir. Bu açıdan biz, Yahudi Karşıtlığı’ndan söz ederken Yahudilik inancının karşıtlığından değil güçlü bir söz ve inancı olmayan bir dinin mensupları olmalarına rağmen pratikte ve amelde, dünya genelinde Müslümanlardan daha güçlü ve üstün duran Yahudilerin karşıtlığından söz ediyoruz. Daha açık bir ifadeyle Yahudi karşıtlığı, Yahudilik inancının değil Yahudiliğe inanmış “Yahudilerin gücü” karşısında Müslüman olarak durmak ve bu gücü meşru her yolla parçalamaya çalışmaktır.

İslam, Yahudilik dahil diğer bütün inançlar karşısında değişmez kadim ilkelere sahip olduğundan dolayı daha köklü ve güçlü olmasına rağmen günümüzde Yahudiler, güç bakımından Müslümanlardan daha üstünse bunun ilk ve hatta tek sebebi Müslümanların İslam’a zayıf bir bağla bağlanmalarıdır. Başka bir deyişle Müslümanların, Yahudiler başta olmak üzere İslam düşmanları karşısındaki gücünü belirleyen şey, onların İslam’la ne kadar güçlü bir bağla bağlandıklarıdır. Ya da İslam’a bağlanmak Allah’a bağlanmak ve İslam’ın gücü Allah’ın gücü ise bu takdirde Müslümanların gücü, onların -zayıf ya da güçlü- Allah’a bağlılıklarında gösterdikleri hassasiyettir. Tersinden söylersek, güçlü bir İslam düşmanlığı veya Yahudiler’in Müslümanlara zulmedecek kadar güçlü olmaları, kendiliğinden veya inançtan dolayı sahip olunan bir güç değil, Müslümanların İslam’la ve Allah’la olan zayıf irtibatlarından dolayı elde edilen bir güçtür. Bu açıdan başta Yahudiler olmak üzere dünya genelindeki İslam düşmanlığı, gücünü herhangi bir yerden değil, öncelikle Müslümanların kendi inançlarına zayıf bir şekilde bağlanmalarından elde eder. Çünkü Müslümanların İslam’a güçlü bir bağla bağlandıkları dönemde zulmün güçlü olması mümkün değildir.

Tevhid’in varolduğu bir toplumda şirkin hakim olamayacağı gibi, adaletin hüküm sürdüğü bir mekanda zulüm varlık gösteremez. Eğer Müslümanların güçlü olması onların İslam’a ne kadar sarıldığıyla ilgili bir olgu ise, Yahudilerin güçlenmesi de doğal olarak Müslümanların zayıflamasının bir sonucudur. Bir başka deyişle Müslümanların güç kaybetmesi, Yahudilerin ve/ya İslam düşmanlarının güçlenmesinden değil onların Allah’la olan irtibatlarının zayıflamasından kaynaklanmaktadır. “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın” (Enfal, 60) ayeti Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılıkta hassas olan Müslümanların bir görevidir. Düşman karşısında güç oluşturma bilinci kendini tanıdıktan sonra düşmanı bilme bilincinden bir sonraki aşamadır. Yani Allah’ın düşmanlarını tanımak için öncelikle Allah’ı tanıyacak kadar O’na bağlılığı gerektirir. Müslüman önce Allah’a inanır, Allah’a inanan insan Allah’ı tanır, Allah’ı tanıyan insan ise Allah’ın dost ve düşmanlarını tanır, Allah’ın düşmanlarını tanıyan insan ise, onlara karşı onların algılayabileceği maddi bir güç oluşturmanın zaruri olduğunu bilir ki düşmanın bu güç karşısında gözü korkutulsun. İşte Müslümanların elindeki maddi güç, onların sadece görünen gücüdür ki bunun da amacı düşmanı korkutmak ve manevi güçlerinin farkında olmayıp İslam’ın görünen gücüne rağmen zulmetmeyi göze alan düşmanın gücünü kırmaktır. O zaman başta Filistin toprakları olmak üzere dünya genelindeki Yahudi gücünü ortadan kaldıracak olan yol iki aşamalıdır. Birinci aşama; Yahudilerle karşı karşıya gelmeden önce onlardan bağımsız ama güçlerini zayıflatan bir aşamadır ki bu da Müslümanlar’ın Allah’la olan irtibatını somut bir şekilde ortaya koyan Kitab’a kuvvetle sarılmak, ikinci aşama ise Kitab’a sarıldıktan sonra İslam düşmanlarından güçlü olduklarına inanacak olan Müslümanların, zulümden başka bir şey doğurmayan Yahudi Devleti’ni ortadan kaldıracak bir mücadeleye girişmek.

  1. Aşama: Kitab’a Kuvvetle Sarılmak

İnanç ya da teori, görünürde amel ve pratikten daha kolay durmaktadır ama dünya tarihine yön veren hareket ve mücadelelere bakıldığında İnancın önder ve imamlarla ilgili, amelin ise onların arkasındaki kitleyle ilgili olduğunu görmek zor değildir. Buradan imamın sadece teoriyle, ümmetinse sadece pratikle ilgilendiğini /ilgilenmesini gerektiğini söylemiyoruz elbette. İnanç ve teoriyle meşgul olan imam, ümmeti veya kitleleri yönlendirirken yeterince amel etmesi ve pratik bir şekilde aktif olacağı aşikardır. Önder ilke ve esasları ortaya koyar, kitle ise bu ilkeler üzerinde amel ve hareket eder. İslam’da ise, imanla amel, ilke ile hareket, söz ile eylem, teori ile pratik arasında Rasulullah vardır ki Müslümanlar İslam’ın ilkeleri üzerinde hareket ederken O’nun sünnet denilen yolunu örnek alırlar. Bu açıdan İslam da inanç ve teori de bellidir, amel ve pratik de. İslam’da kitab inancın kaynağı, sünnet ise bu kitabın hayata ve amele aktarılmasında somut bir örnek teşkil eder. Öyleyse Rasulullah’tan sonra İmam veya İslam önderlerinin vazifesi nedir? Değişmez Kur’an’ın ilkelerini ilk indirildiği gibi hatırlatmak, kitabın hayati önemini vurgulayıp yaşama sarılmaktan daha çok ona kuvvetle sarılmayı ısrarla vurgulamak ve onun pratik hali olan Rasulullah’ın sünnetinin yaşamda her an diri kalmasının stratejilerini belirlemek.

“Ey Yahya! Kitab’a kuvvetle sarıl!” (Meryem, 12) emri İsrailoğulları’nın son peygamberine indirilmişti. Yahudileşmiş İsrailoğulları, son peygamberlerini kendi elleriyle katlederken asıl katlettikleri şey, toplumlarının tevrata olan inancıydı. Bu emri, Yüce Kur’an’da bize hatırlatan rabbimizin bir gayesi olmalıdır ki bu da alemler üzerinde seçilmiş ama O’nun kitabını reddetmiş bir kavmin karşısında kitaba kuvvetle sarılan bir ümmetin daha seçkin, üstün ve güçlü olacağıdır ki bunun delilleri Kur’an’da gayet açıktır. Günümüz dünyasında maddi güç elde etme yolunda ortaya konulan mücadelede bir çok toplum eşit şartlara sahipken bu mücadeleden mahrum bırakılmaya çalışılan Müslümanların zulmün gücüne sadece maddi güçle karşı koymaları oldukça zordur. Oysa manevi güç ve üstünlük kazanma şansına sahip olan tek toplum İslam toplumudur ki bu güç maddi güçle kıyaslanmayacak derecede büyüktür ve zulmün gücü karşısına adalet gücünü tesis edecek tek güçtür ki o da Kitab’a kuvvetle sarılmaktır. Dünya genelindeki Yahudiler’in gücü, Müslümanların neredeyse kitaba kuvvetle sarılmasını da engelleyecek bir hale geldiyse öncelikle yapılması gereken Müslümanlarla Kur’an arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır ki bu engellerin neredeyse tamamı psikolojiktir. Mağlubiyet psikolojisi ve maddi güçten yoksun olmanın getirdiği ruhsal zayıflık bir hakikat değil bir hastalıktır. Var olmayan bir hastalık veya büyü. O zaman yapılması gereken, bu büyünün olmadığını açığa çıkaracak sorumluluk bilincine sahip Müslüman alim ve aydınların Müslüman kitleleri aydınlatmalarıdır.

Kitab’a kuvvetle sarılma gerekliliğinin neredeyse bir klişe kadar sıradanlaşmış bir şekilde ortaya koymak, bir başka açıdan sorumluluktan kaçmak olarak algılanması kaçınılmaz olabilir. Çünkü kitap tüm Müslümanların önünde ve maddi açıdan onlara bir adım kadar yakındır. Kendini az ya da çok bilen her Müslüman da İslam dünyasının yaşadığı en önemli problemin Kur’an’dan uzaklaşmak olduğunu bilir. Bilir diyoruz inanır değil. Oysa biz burada bir tesbitten değil bir inançtan sözediyoruz. Hastalığı sadece tesbit etmek, teşhis edip bırakmaktır ama bu hastalığın varlığına inanmak bizimle hastalık arasında bir bağ kurmaktır ki bu bağın amacı hastalığın kendisini ortaya koymak, onu masaya taşıyıp analiz etmek ve ona hakim olma bilincini kazanmaktır. Kitab’a ne için sarılacağız? Elbette en temel gaye Allah’ın rızasına erişip O’nun cennetini kazanmaktır. Bu gaye o kadar da somut, günümüz maddi dünyasında anlaşılabilir ve kolay hissedilebilir değildir. Ki 70 yıldır Müslüman kanını haksız yere akıtan bir “Yahudi Devleti”nin varlığını önemsemeden ve Yahudilerin zulmü altında hayatta kalmaya mahkum olan Müslümanların acılarını paylaşmadan cennete gitmeyi ummak sadece Yahudi Devleti’nin varlığından bihaber olan Müslümanların gayesi olabilir. Sorumluluk bilinci ise cennete kavuşma gayesini o kadar somutlaştırır ki Allah katında Filistinli ve onları destekleyen Müslümanlarla diğer Müslümanlar arasında ciddi bir fark olduğunu ortaya koyar. Bir başka deyişle Filistin Davası bilinci veya Yahudi Devleti’ne karşı mücadele etmek, Allah katında yerinde oturan Müslümanlarla O’nun yolunda mücadele eden Müslümanların aynı değere sahip olmadığını somut olarak gösteren bir kriterdir.

Kitab’a kuvvetle sarılmak, Müslümanlara zulmede gelen bir toplulukla mücadele etmenin farziyyetini ortaya koyduğu kadar Yahudilerin işgali altında tutsak kalan kutlu Mescid-i Aksa’nın Müslümanların elinde hürriyete kavuşması gerektiğini açıklar. Çünkü Kudüs’ü Kudüs yapan kutsallık, Aksa’nın ve etrafının kutsallığıdır. Dolayısıyla Filistin’de Müslümanlar özgürlüğüne kavuşsa daha somut bir ifadeyle Filistin İslam Devleti’ni kurma imkanına sahip olsa ama Mescid-i Aksa Yahudilerin hakimiyeti altında kalsa bile bu durum Yahudi Devlet’i karşısında mücadele etme farziyyetini ortadan kaldırmaz. Çünkü Mescid-i Aksa, Kitap’da Mescid-i Haram ile Rasulullah’ın “İsra” yürüyüşle kopmaz bir bağla bağlanmıştır ki bu bağın bir tarafının Müslümanların diğer tarafının ise Yahudilerin elinde olması hazmedilebilir değildir.!. Çünkü kitaba kuvvetle sarılmak hem Kabe’ye sarılmak, hem Kabe ile Mescid-i Aksa arasındaki bağı güçlendirmek ve hem Mescid-i Aksa’ya sarılmaktır. Allah’a bağlılıkta Müslümanların hissiyatını güçlendiren Kâbe Allah’ın evi ise, Allah’a ulaşmada ve O’na yükselmede Kâbe’den sonra atılacak ikinci adım kutsanmış ev olan Mescid-i Aksa’dan geçer.Beytul Makdis’in tutsaklığı sadece Müslümanların tutsaklığını değil aynı zamanda Kabe ile Aksa arasındaki yolun tutsaklığı demektir ki bu yol olmadan hayatta iken Allah’a yükselmenin gerçekleşmesi mümkün değildir. Sünnet, Rasulullah’ın yolu ise bu yolda yürümenin en somut hali Allah için hür bir şekilde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürüyebilmektir.

  1. Aşama: Yahudi Gücüyle Mücadele Etmek

İlk bölümde esas ve gereklerini etraflıca ortaya koymaya çalıştığımız “Yahudi Karşıtlığı”nı hayata geçirmenin en temel gayesi Allah rızasıdır dedik. Bu rızaya erişmenin dünyadaki nihai ve somut hedefi Yahudi Devleti’nin yeryüzünden silinip herhangi bir yer ve zamanda Yahudilerin insanlığı etkileyecek gücünü kırmaktır. Elbette burada gaye olmadan hedef anlamını yitirir ama Allah katında gaye, hedeften daha önemlidir. Çünkü gaye bizim hür seçimimiz, hedefimize ulaşıp ulaşmamak ise Allah’ın seçimidir. Allah bizim hedefimiz olmadan da Yahudi Devleti’ni ortadan kaldırmaya gayet muktedirdir ama seçim O’nun sünnetinin çerçevesinde gerçekleşir. İsra suresinin 7. Ayetinde sözü edilen İsrailoğulları’nın ikinci yenilgisi kaçınılmazdır ve Yahudilerin bu hakikatten kaçışı mümkün değildir. İkinci Vaad’in vakti geldiği zaman Müslümanlar Yahudilerle mücadele etse de etmese de “Yahudi Devleti”nin yıkılışı gerçekleşecektir. Ayette, “Mescide ilk girdikleri gibi girecekler” ifadesi sözü edilen yenilginin -Allah’u alem- Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa etme sürecinden sonra vuku bulacağını gösterir. Bu süreçle paralel devam eden başka bir süreç var ki o da dünya Yahudilerinin Filistin topraklarına göçüdür. Bir başka deyişle Yahudi Devleti’nin yıkılışı kuvvetli bir ihtimalle göçün bitmesi ve Süleyman Mabedi’nin inşasından sonra vuku bulacaktır.

Yahudi Devleti’nin ve dünyadaki Yahudi gücünü ortadan kaldırma hedefi birbirine bağımlıdır. Henüz Müslümanların ya da bir başka topluluğun “Yahudi Devleti” ile savaşıp onu yok edecek bir orduya sahip olmadığı göz önünde bulundurulursa öncelikli hedef “Yahudi Devleti”ni ayakta tutan ve ona hayat veren her damarı zayıflatmaktır. İkinci hedef ise “Yahudi Devleti” ile sıcak çatışma halinde bulunarak onu Allah’ın izniyle sadece Kutsal topraklardan değil yeryüzünden silecek bir ordunun tesisi için zemin hazırlamaktır. Yanlış anlamanın önüne geçmek için bu noktada hemen belirtmemiz gerekir ki Müslümanların Yahudi Devleti’ni ortadan kaldıracak bir orduya sahip olmadığını dile getirirken Muzaffer İran Ordusu’nu, Şanlı Hizbullah’ı ve Kutlu HAMAS’ı unutmuş değiliz. Yahudi Ordusu’nun Hizbullah ve HAMAS karşısında uğradığı hezimet ve rezaleti de unutmuş değiliz. Ama biz burada bölgesel şartlarda Yahudi Ordusu’nu yenecek bir ordudan değil global şartlar ve baskılar karşısında bile tek amacı Yahudi Devleti’ni ortadan kaldırmak olan bir ordudan söz ediyoruz. Herhangi bir yer ya da bölge halkının savunulması ve Yahudi Ordusu’nun saldırılarının bertaraf edilmesi için Müslümanların bir ordusundan söz edeceksek İran’ın, Hizbullah’ın ve HAMAS’ın ordusu bu savunu için yeter de artar da. Ama görevi savunu ve koruyucu değil, saldırı ve yok edici olan bir orduyu kastettiğimizde Yahudi Devleti’nin bu ordu karşısında ayakta kalmasının yegane şartının sadece bu ordunun tesis edileceği ana kadarki geçecek olan zamandır. Elbette Yahudi devleti İslam Ordusu ile karşı karşıya gelmezden önce Müslümanların bu lanetli devlet karşısında ifa etmeleri gereken birçok sorumluluğu vardır. Aynı zamanda metod ve strateji diyebileceğimiz bu sorumlulukların ayrıntısına girmeden genelleştirmek istersek bunları ekonomik, siyasi ve askeri olmak üzere üç başlık halinde sıralayabiliriz.

2.1. Yahudi Karşıtlığı’nın Strateji ve Metodları

1-Ekonomik Metod;

a) Yahudi devletini ve onu ayakta tutan diğer dünya Yahudilerinin faydasına olan ve onları besleyen her türlü malın alım-satımının yasaklanması[1]. Ki bu da Müslümanlar ve diğer topluluklar olmak üzere iki farklı şekilde yapılabilir;

i-Müslümanlar için; İslam topluluğunu fetvanın, İslam dininde bir hüküm verme şekli olduğu konusunda bilinçlendirip bütün İslam ve Arap ülkelerinde yahudilerin ve yahudi devletinin faydasına olan her türlü malın alım-satımının ve yahudilerle alışverişin haram kılınması. Bu fetvanın yahudi devleti varolduğu sürece geçerli kılacak her meşru yola başvurulması. Bu fetvayı aktarabilecek ve yahudi mallarını boykotu gündemde tutacak örgüt, dernek, vakıf ve sivil toplum örgütlerinin bilinçlendirilmesi. Düşmanın aleyhine verilen bir fetvanın düşman karşısında yapacağı etkiyi tarihten örnekler vererek onun faydasını somutlaştırmak. İran’da devrime atılan ilk adım olan Hasan Şirazi’nin Tütün fetvası, Pakistan’da Lal Mescidi fetva konseyinin Veziristan bölgesinde Taliban mücahitleriyle savaşan Pakistan’lı askerler hakkında verilen fetva gibi. Örneğin yayın ilke ve hedeflerinde açık bir şekilde Yahudi Devlet’i ve Yahudilere yardım etmeyi taahhüt eden Alman basın devi Axel-Springer’in[2] Türkiye’de Doğan medya grubuyla ortaklığından yola çıkarak Doğan Holding’in gücünü zayıflatacak fetvalar vermek.

ii-Gayr-i müslimler için; “yahudi devleti” varolduğundan beri ve onun öncesinde Yahudilerin Filistin ve diğer islam topraklarında yaptıkları katliamları, uyguladıkları soykırımı, işledikleri cürümleri çeşitli yollarla – basın yayın, medya, müzik, sinema- gündemde tutarak onları ekonomik açıdan destekleyen herşeye karşı boykot çağrılarında bulunmak.

b) Herhangi bir yahudiyle her türlü ekonomik ilişkiyi kesmek. Herhangi bir yahudiyle diyoruz çünkü Yahudilik siyonizmin arka bahçesi dünya genelindeki Yahudiler ise Yahudi devletine kan pompalayan birer hücredir. Burada Yahudi ana-babadan doğmuş herhangi bir insanı değil Yahudilik inancına sahip çıkan bir yahudiden söz ediyoruz. Dünya genelinde Yahudi devletinin zulmünden rahatsız olan ve bu zulme karşı çıkan Yahudiler vardır. Ama onlar Yahudi devletinin varlığından değil zulmünden rahatsızlar. Oysa biz burada Yahudi Devleti’nin varlığının zulüm olduğunu söylüyoruz. Zulme meyletmeyen bir Yahudi devleti veya gücünün olamayacağını, çünkü bu durumun Yahudi psikolojisiyle çeliştiğini dile getiriyoruz. Ekonomik ilişkinin kesilmesi beraberinde neyi getirecektir? Bu durumda hem yahudiler, Yahudi Devleti’nin varlığından zarar görecekler hem de Yahudi devleti dünyanın diğer yerlerinde yaşayan yahudilerin zararlarına kayıtsız kalamayacak ki bu problemin çözümü en kötü ihtimalle yahudilerin yahudi devletine göçünü hızlandırmak olacaktır, bu da oraya göç edecek olan yahudilerin dünyayla olan ilişkisini zayıflatarak yahudi devletinin gücünü kıracaktır.

c) Yahudilerle ekonomik ilişki halinde olan şirket ve şahısları açığa çıkarıp onları maddi ve psikolojik baskı altında tutmak.

d) Müslüman olsun olmasın Yahudi devletinin karşısında yeralan şirket ve devletlerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi çabası içinde olmak.

e) Yahudi devletinin karşısında olan ya da ona karşı mücadele eden her türlü – öncelikli olarak müslüman- devlet, örgüt ve ordu(İran, Venezuela, Bolivya, Hizbullah, Hamas ve İsrail ile mücadele halinde olan çeşitli milli ve sosyalist örgütler) oluşuma maddi destekte bulunmak ve bunu teşvik etmek.

2-) Siyasi veya Kültürel Metod

a) Yahudi devletini zorda bırakacak derecede zulme meyletmeden yahudilerle her türlü münasebeti kesmek.

b) Yahudi devletinin İslam’a ve insanlığa verdiği zararı teori -Tevrat- ve pratik olarak gündemde tutarak bunu yayma çabası içerisinde olmak.

c) Rotary, Lions, Özgür Masonlar gibi yahudiliğe hizmet eden çeşitli örgüt ve derneklerin içyüzünü ortaya çıkararak insanların bu oluşumların içinde yeralmasını engellemek

d) Yahudilere güç veren ve onların moralini canlı tutan anti-semitizm, holokost, musevi..vb gibi siyasi söylem ve kavramlardan kaçınmak.

e) Kur’an ve sünnetin yahudi ve İsrailoğullarıyla ilgili olan ayetlerini gündemde tutmak.

f) Yahudi devleti ile ilişki halinde olan şirket, dernek, örgüt, hükümet ve devletlerin üzerinde baskı yapabilecek eylemler düzenlemek ve bu eylemleri canlı tutacak dernekler ve örgütler kurmak

g) Yahudi devletinin karşısında duran oluşuma destek olabilecek siyasi söylem ve eylemlerde bulunmak ve çeşitli topluluklarda onlara duyulan sempatiyi artırmanın yollarını aramak.

h) Filistin Davası’nın hem İslami ve hem insani dava olduğu konusunda Müslümanların inançlarını ve insanların vicdanlarını kamçılayacak propagandayı –basın, bildiri, kitap, müzik, sinema, internet- gündemleştirmek ve sürekli olarak güncelleştirmek.

3-) Askeri Metod

a) Filistin topraklarında Yahudi zulmünü sona erdirecek yegâne yolun Yahudi Devleti’nin ortadan kaldırılmasından geçtiğine ve HAMAS’ın söylemiyle “Demirden başka demirin üstesinden gelecek başka bir şey yoktur. Onların yalan ve boş inançları, sadece doğru İslami bir inançla mağlup edilebilir. İnançla, inancın dışında başka bir şey savaşamaz” hakikatine inanan Müslümanlar olarak; Yahudi Devleti’ne karşı kitap ve mizanla mücadele etmenin yanında aynı zamanda demir ile de mücadele edilmesi gerekir. Yahudi Devleti’ne karşı Kitap; onlarla yapılacak bir savaşın inanç kaynağını, mizan veya hikmet; bu savaşın adalete dayalı strateji, metod ve temellerini, demir ise; bu savaşın savunu ve saldırısında kullanılacak araçlarını ifade eder.

Düşmanın kendi ve arkasındaki maddi gücü göz önünde bulundurulursa; Kitap’tan yoksun demir ve mizan ile yapılan bir mücadelede Allah’ın yardımından ve savaşçıların moral ve ümitlerini canlı tutan inanç ateşinden mahrum kalınacağı, düşmanın zalim ve fasid kişiliği göz önünde bulundurulursa; demirden yoksun kitap ve mizan ile yapılacak bir mücadelede düşmanın zulmünü ortadan kaldıramayacağı ve onun gücünü kıramayacağı, düşman ve arkasındaki gücün siyasi ve bilimsel zekâsı göz önünde bulundurulursa; mizan ve hikmetten yoksun kitap ve demir ile yapılacak bir mücadelenin meşru sınırları zorlayacağı ve hem içte ve hem dışta düşmana yeni mevziler kazandıracağı ortadadır. Bu bağlamda Yahudi devletine karşı yapılan /yapılacak olan sıcak mücadele sürekli olarak kitap, mizan ve demir üçgeninin sınırları arasında dengede tutulmalıdır.

b) Din temelli cemaat, grup ve oluşumların vasıtasıyla hiçbir İslami grup arasında ayrım yapmadan ve fark gözetmeden tek amacı, gayr-ı meşru olan “Yahudi Devleti”nin lanetli ordusuyla çatışabilecek İslam ve Arap dünyasından “genç Müslümanlar” birliğini tesis etmek. Bu birlik, herhangi bir İslam ülkesinin bünyesinde değil global düzeyde sadece İslam’ın bünyesinde oluşturulmalıdır. Elbette bunu gerçekleştirebilmenin ilk yolu Müslümanlar arasındaki maddi engel ve sınırları kalp ve beyinlerden silmektir.

Elbette tüm bu metod ve stratejileri hayata aktarmak için ümmet şuurunu, ulus ve millet bilinci üzerine çıkarmak gerekir. Çünkü Filistin Davası ve Mescid-i Aksa merkezli bir Kudüs’e sahip olma bilinci Filistinliler dahil tüm Müslümanlar için ümmet şuuruyla yaşatılabilir. Ki bizim söz ede geldiğimiz Yahudi Karşıtlığı’nın nedeni de ümmet şuurudur. Dünya genelindeki Yahudi Gücü’nün hedefi herhangi bir millet değil ümmetin tamamı ise ve Müslümanlar bu hedefe her yerde maruz kalıyorsa elbette ümmet olarak Müslümanların da hedefi bu gücün arkasında duran Yahudilerin karşısında durmaktır.

Kaynak: GençBirikim Dergisi

Dipnotlar

[1] Bu noktada örneğin Türkiye Yahudileri’nin ne gibi bir suçu ve Yahudi Devleti’ne nasıl bir desteği vardır sorusu sorulursa biz de David Ben Gurion’un “Biz Kitab’ı koruduk, kitap da bizi korudu” sürmanşetiyle yayın yapan ve Türkiye Yahudileri’nin resmi sitesi olan http://www.sevivon.com adlı sitenin Yahudi Devleti’nin ilk başbakanı ile nasıl bir duygusal bağı olduğunu sorarız. Veya ABD’nin en önemli ve en büyük STK’larından biri olup 412 milyon dolarlık bir bütçe ve 4.5 milyonluk bir üye ile AIPAC’in (www.aipac.org ) Yahudi Devleti için ne gibi bir vazifesi olduğunu.

[2] http://www.axelspringer.de/en/artikel/Corporate-principles-for-a-liberal-world-view_40575.html Şirket’in yayın ilke ve prensiplerini ifade eden bu maddelerin 2.si şöyle: To promote the reconciliation of Jews and Germans and support the vital rights of the State of Israel. Türkçesi: Almanlar ve Yahudiler arasında mutakabatı uzlaşmayı sağlamaya teşvik etmek ve İsrail Devleti'nin hayati çıkarlarını korumak


Bu Makale 356 defa okunmuştur

Hiç yorum yok:

Bookmark and Share